ENERJİ İLE YERALTI VE YERÜSTÜ KAYNAKLARIMIZ-2
Nükleer Enerji ve Türkiye
NÜKLEER ENERJİ NEDİR?
Ağır radyoaktif (Uranyum gibi) atomların bir nötronun çarpması ile daha küçük atomlara bölünmesi (fisyon - parçalanma - bölünme - bozunma) veya hafif radyoaktif atomların birleşerek daha ağır atomları oluşturması (füzyon - birleşme - biraraya gelme) sonucu çok büyük bir miktarda eneji açığa çıkar. Bu enerjiye Nükleer enerji denir. Nükleer reaktörlerde fisyon reaksiyonu ile edilen enerji elektriğe çevrilir. Füzyon teknolojisi ise çok daha fazla enerji sağladığı halde henüz güvenli bir teknolojiye sahip olmadığı için kullanılmamaktadır. Ancak bu konuda bilimsel çalışmalar devam etmektedir.
Nükleer enerjinin kullanılmaya başlandığı 1950’li yıllardan beri Nükleer karşıtlığı da başlamış, buna karşılık olarak da Nükleer lobileri kurulmuş ve güçlenmişlerdir. Özellikle çevreci kişi ve kuruluşlar Nükleer silahlar başta olmak üzere enerji santrallerinin çevreye verdikleri ve verebilecekleri zararları ön plana çıkararak konuyu defalarca basın-yayın organlarında, hükümet nezdinde ve uluslararası kuruluşlarda işlemişler, tamamen barışçı amaçlarla da olsa Nükleer teknolojiye tümüyle karşı çıkanlar da olmuştur. Burada her iki tarafın da savlarını irdeleyerek Nükleer enerjinin yarar ve zararlarını mümkün olduğu kadar tarafsız bir şekilde sunmaya çalışacağım.
Nükleer enerji dünyada yaklaşık 50 yıldır kullanılmaktadır. Bu yıllar boyunca teknoloji çok hızlı değişme ve gelişmeler göstermiş olmasına karşın, taşıdığı riskleri en aza indirme çalışmaları yerine daha ucuz ve verimli enerji elde etmek için çaba harcanmış, araştırma-geliştirme çalışmaları bu yönde daha çok yoğunlaşmıştır. 50 yıldır milyonlarca ton doğaya ve insan sağlığına zararlı Nükleer atık üretilmiş ve bu atıkların yarıdan fazlasının radyoaktivitelerinin kabul edilebilir düzeye ininceye kadar korunmasına halen devam edilmektedir.
Bütün dünyada Nükleer dışı yapılarda kullanılan tek bir deprem şiddeti değeri olmasına karşın, Nükleer santrallar 500 yıl ve 100000 yıllık bir zaman diliminde olası iki farklı en büyük deprem şiddetine göre tasarlanmaktadırlar. Nükleer santralin kurulacağı yer kesinlikle bir deprem bölgesi, bir fay hattı ya da doğal afete maruz kalabilecek bir konumdan uzak olmak zorundadır.
1000 MWe üreten bir Nükleer santral her yıl yaklaşık 30 ton (7 m3.) yakıt tüketir. Nükleer santrallarda kullanılan kullanılmış yakıtlar, 10-20 yıl süre ile santral sahasında saklanmalıdır. Atılkar bu dönemde aktivitelerinin yaklaşık %98'ini kaybeder. Bu sürede uzun ömürlü radyoaktif maddeler de camlaştırılacak, camlaştırılan bu maddeler de kademeli koruma mantığı çerçevesinde kurşun, beton ve korozyona dayanıklı kaplar içine konulacak, bu kaplar da jeolojik olarak kararlı bölgelerde yerin yaklaşık 1000 metre altında hazırlanacak beton zırhlı galerilerde saklanacaktır. Bu da tartışmasız olarak gösteriyor ki Nükleer atıkların taşınması korunması ve çevreye verebileceği zararlar için yapılacak bu azımsanmayacak masraflar, üretilen enerjinin daha da pahalı duruma gelmesine yol açmaktadır. Ayrıca Nükleer santralden herhangi bir nedenle oluşabilecek sızıntılara ek olarak yakıtların ve atıkların taşınmasında ve korunmasında da sızıntılar olabileceği göz önünde tutulmalıdır.
Başlangıçta sivil amaçlar taşıyan atom programı yürütmekte olan birçok ülke bu teknolojiyi gizlice atom bombası yapmak için kullanmışlar ve askeri amaçlara dönük olarak Nükleer teknolojiyi geliştirmişlerdir. Yine eski doğu ve batı bloku ülkeleri arasındaki gizli servislerin en büyük istihbarat ve bilgi çalma programları konvansiyonel silahlar ve Nükleer teknoloji alanlarında olmuştur. Bugün bu tür gizli çalışmalar devam etmekte olup sonu hiç gelmeyecek gibi görünen bir duruma gelmiştir. Patentini ve üretim iznini almadan, ücretini ödemeden bir otomobil yapamazsınız, ama Nükleer silah yapabilirsiniz.
Nükleer enerji 2001 yılı itibariyle dünyadaki tüm enerji gereksiniminin % 2.3’ünü karşılamıştır. Nükleer yanlıları ise bazı ülkelerdeki Nükleer enerji üretimini örnek göstererek halkı bilinçli bir şekilde motive etmeye yönelik eylem yapmaktadırlar. Yazının ekindeki Tablo1’i inceleyiniz. (Kaynak: www.enerji.gov.tr/nukleerenerji.htm ) Dikkat edilirse elektrik üretiminde en çok Nükleer enerjiye pay veren ilk 5 ülkenin alternatif enerji hammaddesi (petrol, kömür, doğalgaz gibi) hemen hemen yoktur. Fransa ürettiği enerjinin fazlasını ülke dışına pazarlamaktadır. Dünya petrol rezervinin sadece % 0,6’sına, doğal gaz rezervinin sadece % 2’sine ve kömürde dünya rezervlerinin % 7’sine sahip bir AB’nin enerji politikaları elbette ki Nükleer enerjiye yönelecektir. Dünya enerji üretiminin % 5’ini bile üretemeyen bir AB’nin enerji tüketimindeki payının % 16 olduğunu göz önüne aldığımızda petrol, doğal gaz ve kömür gibi enerji hammaddesi üreten ülkelere olan bağımlılığının artacağı kaçınılmazdır. Bu doğrultuda AB ülkeleri yeni alternatifler aramakta, enerji hammaddelerini daha ucuz, daha güvenli ve istikrarlı bir şekilde ülkelerine ulaştırmak için uluslararası anlaşmalara gitmektedirler. Petrol ve doğalgaz boru hatları inşa edilmekte, ulaşım ve dağıtım şebekeleri kurulmaktadır. Ayrıca kendi kaynaklarından ve özellikle yenilenebilir kaynaklardan enerji elde etmek için bilimsel araştırma çalışmaları da devam etmektedir.
Çernobil faciasını örnek gösteren ve tüm Nükleer santrallerin sonunun bu olacağı düşüncesini yaymaya çalışan Nükleer karşıtı görüş ise yanıltıcıdır. Çernobil’de tüm dünyadaki Nükleer santrallerin tamamen barışçı amaçlarla tasarlanmış ve yapılmış olduğu halde nasıl insanlık ve doğa için büyük bir felakete dönüştüğünü hep birlikte gördük. “Radyasyon yoktur” diye televizyon karşısında çay içen sayın (!) Bakanı daha dün gibi hatırlıyoruz. Etkileri bugün bile devam eden bu büyük facia umarız bir daha hiç yaşanmaz. Alman Nükleer Enerji Santralleri Risk Araştırmacılarına göre 40 yıldır faaliyet gösteren bir Alman nükleer santralinde reaktör patlaması riski % 0.1 civarındadır. Ancak Nükleer karşıtı görüşler bunun bile çok büyük bir risk olduğunu, bu risk oranı kabul edilse bile en iyimser tahminlerle AB ülkelerindeki toplam 150’yi aşkın Nükleer santral için bu riskin toplam % 16’ya ulaşacağını, bunun da tavlada 6 atma olasılığı ile aynı olduğunu, bundan sonra Nükleer santral hiç kurulmasa bile şu andaki santrallerin reaktör patlaması riskinin önümüzdeki 40 yıl içerisinde % 40’a ulaşacağını savunuyorlar.
Nükleer santrallerin en önemli dezavantajlarından birisi de kuruluş ve işletmedeki yüksek sermayeye gerek duyulmasıdır. Yapımı uzun zaman alır ve daha az işçi çalışır, bu sektördeki teknolojik gelişim çok hızlı olduğundan yapım süresinde bile teknoloji eskimeye başlar. Bir Nükleer santral en az 4-5 yılda, en fazla 10-12 yılda tamamlanabilmektedir. Oldukça yüklü bir ücret ödeyerek son model bir otomobil sipariş ediyorsunuz, ama fabrika 5 yılda tamamlayabiliyor, dolayısıyla artık son model bir otomobiliniz olmuyor. 2002 verilerine göre elektrik enerjisi üretiminin yaklaşık % 30’unu Nükleer santrallerden sağlayan Almanya’da bu sektörde çalışan kişi sayısı sadece 30.000 iken rüzgar santrallerinde çalışan kişi sayısı 53.000’i bulmaktadır.
Nükleer enerji santralleri güvenlik değerlendirmesi bağımsız lisanslama kuruluşları tarafından son derece tutucu varsayımlara göre yapılmaktadır. Ayrıca bu santrallar işletmede oldukları sürede sürekli denetim altındadır. Bu nedenle herhangi bir olumsuzluk ya da en küçük bir risk görüldüğünde enerji akışı ve santral üniteleri devre dışı kalabilir. Diğer tüm enerji santrallerinde bakım ve onarım süresince enerji üretilirken Nükleer santraller onarım süresince enerji üretimini durdurur. Dolayısıyla da Nükleer enerji kesintisiz değildir.
Nükleer enerji santrallerinin en büyük dezavantajlarından sayabileceğimiz bir diğer husus da savaş ve terör olaylarında düşman için en önemli ve açık bir hedef olmasıdır. Bu yüzden santralde çalışanlar giriş ve çıkışlarda çok sıkı aramalardan geçirilir, dış tehditlere ve olası saldırı ve eylemlere karşı askeri tedbirler alınmak zorundadır. Olağanüstü hal, sıkıyönetim, seferberlik gibi hallerde yine ülkenin korunması gereken en önemli stratejik kuruluşları Nükleer enerji santralleridir. Bu yönüyle Nükleer santrallere bolca sahip bulunan AB ülkelerinin ve ABD’nin aslında sırça köşklerde oturduklarını söyleyebiliriz.
NÜKLEER ENERJİ YARARLARI NELERDİR?
Nükleer enerji santralleri sızıntı, reaktör patlaması ve üretilen nükleer atıklar gibi olumsuz etkenler olmadığı ve olmayacağı varsayılırsa dünyanın en çevre dostu enerji santralleri sayılabilirler. Diğer fosil yakıtlı enerji sistemlerine göre doğaya verdiği zarar yok denecek kadar azdır. Sera gazı, CO2, SO2, NO emisyonuna ve atık kül üretiminde neden olmazlar. Bu bakımdan linyit, taşkömürü, petrol ve doğalgaz yakıtlı Termik santrallere göre insan, doğa ve çevre açısından kıyaslanamayacak değerde yararlıdır. Hatta Güneş enerjisinin güneş pili yöntemiyle sağlandığı enerji sisteminden CO2 emisyonu bakımından bile daha iyi durumda olduğu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı verilerinde iddia edilmektedir. (Bakınız: Tablo2) Ancak dikkatimi çeken bir konu gerek E.T.K.B. ve gerekse T.A.E.K. (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) verilerinde yalnızca Nükleer enerji lehine bilgi ve görüşlere yer verilmesidir.
Burada özellikle fosil yakıtlı enerji santrallerinin doğaya verdiği zarar ve neden olduğu sera etkisi, asit yağmurları ve atmosfere olumsuz etkileri göze çarpmaktadır. Kullandığımız enerjinin aslında nelere mal olduğunun gerçekten farkında mıyız? Ücretini ödediğimiz halde kullandığımız enerjiden dolayı kendimizden, çocuklarımızdan ve dünyanın geleceğinden de ödemede bulunduğumuzun bilincinde miyiz?
Nükleer teknoloji barışçı amaçlarla sadece enerji santrallerinde kullanılmaz. Uydular ve diğer uzay araçları, denizaltı ve modern deniz araçları da Nükleer enerji kullanırlar. Bu tür araçların atıklarını hangi yöntemlerle sakladıkları, korudukları hakkında uluslar arası anlaşma ve sözleşmeler var mıdır, henüz bilmiyoruz. Ancak bu hareketli araçların Nükleer yakıt ve atıklarının da dikkatlerden ve kontrolden uzak tutulmaması gerektiği kanısındayım. Tıp, sağlık, endüstri, tarım ve diğer birçok alanda da Nükleer teknoloji kullanılmakta ve insanlık yararına birçok yararlar sağlamaktadır.
NÜKLEER SANTRAL Mİ, HİDRO-ELEKTRİK SANTRALİ Mİ?
Bir Hidro-elektrik santrali ile Nükleer santrali karşılaştırmak ise tüm yönlerden Hidro-elektrik santrallerin üstün olduğunu bize göstermektedir. Aynı kurulu güçte yapılacak, aynı enerjiyi verecek iki santralden Hidro-elektrik santrali daha kısa süre, daha az sermaye ve daha az nitelikli insan gücü ve teknoloji gerektirir. Bakım ve işletme masrafları daha azdır, istihdama çok daha fazla katkısı vardır. Hidro-elektrik santralleri sadece elektrik üretmekle kalmaz, onbinlerce dekar tarım alanının sulaması da bu sayede yapılır. Böylece bu tarım arazileri değer bakımından rant kazanır, üretilen tarımsal ürünlerden istihdama yan katkılar elde edilir, devlet daha fazla vergi ve sigorta primi elde eder ve üretim artacağı için hem bölge, hem de ülke ekonomisi canlılık kazanır. Bölgede taşımacılık, ticaret, tarım makinaları, tarımsal ilaç üretim ve tüketimi de artar, inşaat ve yan sektörler de dahil olmak üzere birçok iş sahasında canlanmalar görülür. Ayrıca bir Hidro-elektrik santrali bölgedeki iklimi yumuşatır, yazları daha serin, kışları daha ılıman kılmak yanında su baskınlarını, selleri ve diğer afetleri önlemede yararlıdır. Hidro-elektrik santralin işletme süresince çevreye verdiği zarar yok denecek kadar azdır. Ömrü Nükleer santralin ömründen 2-3 kat daha uzundur. Teknoloji eskimesi ise söz konusu değildir. Ülkemiz için ele alacak olursak da tamamen yerli kaynaklarla ve teknolojiyle üretilmesi yanında yurt dışına yapım ve işletme süresinde hemen hiç döviz çıkmaması da Nükleer enerji santralleri karşısında Hidro-elektrik santrallerin üstünlüklerindendir. Nükleer enerji santralleri ise enerji üretmekten başka hiçbir işe yaramayan bina ve tesislerden oluşmaktadır. Yapım ve işletme süresinde yabancı teknoloji ve malzemeye gerek vardır. Doğada kolay kolay olumsuz etkileri giderilemeyen zararlı atıklar üretirler ve bu atıkların depolanması ve korunması bile ayrıca sorun oluşturmaktadır. Elektrik enerjisi üretimi birim olarak daha pahalıya mal olur ve enerji yakıtları kolay bulunmayan, sınırlı üretime sahip olan ve dünyada yaklaşık 50-60 yıl sonra tükeneceği uzmanlarca açıklanan zenginleştirilmiş uranyum gibi stratejik bir maddedir. Ülkemiz enerji üretilebilecek durumdaki su kaynaklarının % 65’ini kullanmamaktadır. Oysa Hidro-elektrik santraller hem doğa, hem insan, hem de ülke kaynakları açısından en verimli ve kullanılabilir kaynaklardır.
Nükleer elektrik santrallerinin yenilenebilir ve tamamen doğal enerji kaynakları olan rüzgar, güneş ve biyo enerji santralleriyle karşılaştırılması ise yine Nükleer santraller aleyhine sonuçlar vermektedir. Yapımı yalnızca birkaç hafta ya da birkaç ay süren, insana ve çevreye hiçbir zararı olmayan, ileri teknoloji ve dışa bağımlılık gerektirmeyen bu tür santrallerin işletme maliyetleri de son derece düşüktür. Ayrıca kurulum maliyetleri de kıyaslanamayacak derecede az olup biyo enerjide doğaya bırakılan zararlı hayvansal ve bitkisel atıklar faydalı hale dönüştürülerek çok az atık üretilmektedir. Bırakılan atıklar ise artık çevreye ve insana zarar vermekten uzaktır. Almanya Parlamentosu 2002 yılında bilim adamları ve üniversitelerle çalışarak bir rapor hazırlamış ve 2050 yılında Almanya’nın tamamen yenilenebilir kaynaklardan enerji elde etmesinin mümkün olduğunu göstermiştir. Almanya gibi yenilenebilir kaynakları, suyu, güneşi ve hatta rüzgarı son derece kısıtlı olan, yüzölçümü küçük, yoğun nüfuslu ve enerjiyi kişi başı en çok kullanan ülkelerden biri böyle bir imkana sahipse diğer tüm ülkeler bu yönde çalışmalar yapmalıdırlar. Ülkemiz ise bütün enerji kaynaklarına fazlasıyla sahip olan bir ülke olması dolayısıyla hem kendi enerji ihtiyacını, hem de birkaç Avrupa ülkesinin ihtiyacını tümüyle yenilenebilir kaynaklardan karşılayabilir konumdadır. Avrupa ve Amerika gibi enerjiye çok ihtiyaç duyan ülkelerin yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeleri petrol, doğalgaz gibi artık sınırlı rezervi kalmış bulunan ülkeler açısından da dünya barışı bakımından yararlı olacaktır.
Y.Ö.
KÖKTÜRKLER
Enerji Sorunları ve Türkiye
Maddede var olan ve ısı, ışık biçiminde ortaya çıkan güce “Enerji” adı verilir. İlk insanlar sadece kendi enerjilerini kullanmışlar, daha sonra aletler yaparak bu enerjiyi güçlendirmişlerdir. Ateş ile tekerleğin icadı ve iş yapımında kullanılmasıyla uygarlık yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır.
Enerji üretim ve tüketimi buharlı makinaların keşfi ve hemen arkasından Avrupa’da ortaya çıkan “Sanayi Devrimi” ile büyük bir sıçrama göstermiş, ilk zamanlar coğrafi keşifler sadece değerli taşlar, kumaşlar ve ticaret için yapılıyorken petrol ve kömür gibi enerji hammaddeleri de Emperyalist sömürgeci ülkelerin hedefleri arasında girivermiştir. Otomotiv endüstrisinin gelişmesi, deniz ve hava taşımacılığının ve çeşitli sanayi makinalarının, ev eşyalarının yaygınlaşması ile de enerji her insan için vazgeçilmez bir hal almıştır.
Bütün dünyada, başta sanayileşmiş ülkeler olmak üzere tüm ülkelerde enerji sorunları sosyal yaşantıyı, üretim ve tüketim ilişkilerini tehdit eder durumdadır. Bu tehdit alternatif enerji kaynaklarına ve çeşitliliğine sahip ülkelerin bile karanbasan gibi üzerine çökmekte, bu yüzden savaşlar olmakta, ülkeler arası ilişkiler bu sebeple gelişip güçlenmekte, ya da kopma noktasına gelmektedir.
Enerji kaynaklarının verimli ve yeterli kullanıldığı ülkelerde gelişmenin önü açıktır. Üretim, ticaret ve ülke halkının yaşam düzeyi neredeyse enerji üretimi ile paralel olarak değişmekte, gelişmektedir. Aydınlatma, ısıtma ve soğutma, elektrikli, elektronik eşyalar ile sanayi makinalarına güç verme, kara, hava ve deniz araçlarının çalışması ve diğer alanlarda kullanılan makina ve motorlar hep enerjiye gereksinim duyarlar.
- yüzyıl ortalarında “Bir ülkenin gelişmişliği=Enerji üretimi X Çelik tüketimi X Nüfusun küpkökü” şeklinde basitçe bir formül kullanılıyordu. Bu basit formül bugün bile büyük oranda geçerliliğini korumaktadır. Buradan da anlaşılıyor ki enerji tüketimi yaşadığımız dünyada ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile bire-bir ilişkilidir.
Enerjiyi elde etmek için enerji kaynakları gereklidir. Bu kaynakların başlıcaları petrol ürünleri (benzin, fuel-oil, motorin) doğal gaz, hidro-elektrik, kömür, güneş, jeotermal, rüzgar ve nükleer kaynaklardır. Son yıllarda değişik kaynaklardan da (hidrojen, deniz suyu, biyo enerji ve çeşitli madenler gibi) enerji elde etme çalışmaları sürdürülmektedir.
Ülkemiz bütün bu saydığımız enerji kaynaklarına sahip bulunan dünyadaki ender ülkelerden birisidir. Ne var ki bu kaynakları değerlendiremediğimiz gibi yabancı ülkelere her yıl milyarlarca dolar tutarında özellikle doğal gaz ve petrol için para akıtıyor, böylelikle basiretsiz ve ülke geleceğini düşünemeyen yöneticiler sayesinde yeterli enerjiyi üretmediğimiz gibi kaynaklarımızı da israf ediyoruz. Ayrıca şu anda dünyanın en pahalı akaryakıtını, elektriğini kullanıyor, dışa açılan ve rekabet eden sanayicimizi de üretimde enerji maliyetinin yüksek olması nedeniyle zor durumda bırakıyoruz.
Türkiye bunları hak etmiyor. Türkiye’nin hidro-elektrik için kullanabileceği su kaynaklarının % 65’i kullanılmamaktadır. Yine dünyada yaklaşık 10 milyar ton rezerv ile 12. sırada yer alan linyit kömürü yatakları da termik santraller kurulmaması nedeniyle % 60’ı atıl durumdadır. Oysa dünyada kömürün enerjide kullanılma oranı % 40 civarındadır. Türkiye’de ise % 23’tür. Çevreyi kirletmeyen, bilinen en temiz enerji kaynakları olan güneş, rüzgar ve jeotermal enerji ise çok az kullanılmakta, alternatif enerji kaynağı olarak bile dikkate alınmamaktadır.
Enerji sorununun geleceğin sorunu olduğunu bilen sanayileşmiş ülkeler 50-100 yıllık geleceğe dönük planlar ve projeler geliştirmekte, alternatif enerji kaynaklarına yönelmektedirler. Bilim adamları ve Araştırma-Geliştirme kuruluşları bu amaç için yılda milyonlarca dolar harcayıp nükleer enerji, hidrojen enerjisi, biyo enerji gibi alternatifler üzerinde durmaktadırlar. Dünyadaki değişik kaynaklara yönelmekte, petrol ve doğal gaz üreten ülkelerle işbirliği olanaklarını geliştirmekte, hatta bazılarına zorla sahip olmaktadırlar. Çin Afrika’da Sudan ve Nijerya’da petrol alanlarını kapatmakta, İtalya Kazakistan’daki çeşitli enerji sahalarını kiralamaktadır. Özellikle Çin’in son yıllardaki hızlı gelişimi dünyadaki çelik ve petrol fiyatlarını büyük oranda etkilemektedir. Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği (OPEC) üyesi ülkeler ise petro-dolarlarını petrolü sattıkları ülkelerin bankalarında tutmakta, bu kazançlar ülke halkının gelişmesi, güçlenmesi, eğitimi ve yatırımlar için harcanmamakta, yine batılı ülkelerin ekonomilerine katkıda bulunmaya devam etmektedir.
Dünya elektrik enerjisi üretiminin %80'i yenilenemeyen kaynaklardan, %19'u ise hidrolik kaynaklardan sağlanmakta, rüzgar, güneş, jeotermal, bioenerji gibi yenilenebilir kaynakların payı ise %1’in altında kalmaktadır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Eylül 2002 verilerine göre dünyada işletmede olan santralların sayısı 442 adet, Nükleer Enerjinin toplam enerjiye oranı %16 düzeyindedir.
Büyük Enerji Projeleri
Ülkemiz son yıllarda dünya çapında enerji projelerine öncülük etmektedir. Üç yılda tamamlanan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattında hedef başta Azeri petrolü olmak üzere, bölgede üretilecek yıllık yaklaşık 50 milyon ton ham petrolün, Ceyhan üzerinden tankerlerle dünya pazarlarına ulaştırılmasıdır. 1760 kilometrelik bu hattın büyük bir bölümü Türkiye topraklarından geçmektedir. Yaklaşık 3 Milyar 600 Milyon dolara mal olan bu proje ile özellikle Avrupa ülkeleri enerji sorunlarını çözmede oldukça rahatlayacaklar. Projenin, Fransız TotalFinaElf, Japon Inpex ve Amerikan ConocoPhilips firmalarının da katılımıyla Sponsor Grup içerisindeki şirketler ve payları zaman içerisinde değişmiş olup, pay dağılımının son hali aşağıdaki gibi oluşmuştur:
BP EXPLORATION (CASPIAN SEA) LTD.
% 30.10
SOCAR
% 25.00
UNOCAL BTC PIPELINE LTD.
% 8.90
STATOIL BTC CASPIAN AS
% 8.71
TPAO
% 6.53
ENI
% 5.00
TOTALFINAELF
% 5.00
ITOCHU OIL EXPLORATION (AZERBAIJAN) INC.
% 3.40
INPEX
% 2.50
CONOCOPHILLIPS
% 2.50
DELTA-HESS (BTC) LTD.
% 2.36
(Kaynak: http://www.botas.gov.tr/projeler/tumprojeler/btc.asp)
Bu tablodan görüleceği üzere tek Türk şirketi olan Türkiye Petrolleri A. O. (TPAO)‘nın payı sadece % 6.53’tür. En büyük pay ise İngiliz British Petroleum (BP)’undur. Boru hattının inşasında ise yine yabancı firmalar ön plandadır. Malzeme tedarikçileri tamamen yabancılar olup Türk firmalarından Tekfen Ceyhan İhraç Terminali’ni, Tepe Grubu ise Türkiye’deki bölümde bulunan 4 pompa istasyonu ile 1 basınç düşürme istasyonu ihalesini almışlardır. Boru hattının yönetimine ilişkin 40 yıl vadeli anlaşma uyarınca, Türkiye taşıma ücreti olarak yılda 200 milyon dolar kazanacaktır. Herşeye rağmen Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi Türkiye’nin jeopolitik gücünü sağlamlaştırması yanında, ayrıca Türk Boğazları'ndaki aşırı trafik yükünden kaynaklanan geçiş risklerinin en aza indirilmesi açısından da son derece büyük bir öneme sahiptir.
Kerkük-Yumurtalık boru hattı, sürekli tekrarlanan sabotajlar yüzünden ABD'nin Irak'ı işgal ettiği 1990 yılından bu yana geçen zamanın çoğunda atıl kalmış, Irak'ın ihracatı sadece güneydeki Basra limanından yapılabilmiştir. Şu anda ise bu hattın güvenliğini Irak Ordusu üstlenmiş durumdadır.
Türkmen doğal gazının elverişli bir güzergahtan ve herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın Türkiye'ye ve Avrupa pazarlarına ihracı konusundaki çalışmalar 1991 yılı sonu itibarıyla başlatılmıştır. Boru hattının Türkiye topraklarındaki yapım ve işletimi ise Türk tarafına aittir. 21 Mayıs 1999 tarihinde, Aşkabat'ta, BOTAŞ ile Türkmenistan Devlet Başkanı nezdinde hidrokarbon kaynaklarının kullanımı konusunda yetkilendirilmiş merci arasında, 16 BCM/Yıl düzeyinde doğal gaz alımına ilişkin "Doğal Gaz Alım-Satım Anlaşması" imzalanmıştır. 30 yıl süreli sözkonusu anlaşmaya göre, gaz teslimatların 2002-2004 döneminde başlaması öngörülmüştür. "Doğal Gaz Alım-Satım Anlaşması"na göre, doğal gaz, Türkmenistan'dan Türkiye-Gürcistan sınırında teslim alınacaktır. Ayrıca, doğal gazı taşıyacak ve Türkmenistan'dan başlayarak Gürcistan sınırına ulaşacak boru hattının bu noktaya kadar yaptırılması ve işlettirilmesi sorumluluğu tümüyle Türkmen tarafına aittir.
İran doğalgazını Ankara'ya kadar getirecek doğalgaz boru hattı Haziran 2001 yılında tamamlanmıştır. Bu proje 21. yüzyılda Türkiye'de oluşacak enerji ihtiyacının karşılanması açısından çok önemlidir. Doğalgaz kullanımı sayesinde enerji ve ısınma ihtiyacını gidermek için halen kullanılan kömüre olan bağımlılık azalmış ve böylece hava kirliliği azalarak çevrenin korunması sağlanmıştır.
Doğal gaz ithalinde kaynak çeşitlemesi kapsamında, 1994 yılında Cezayir'den sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) alımına başlanmış, bunu 1999 yılında Nijerya ile yapılan alım anlaşması ve spot alımlar izlemiştir.
BOTAŞ, LNG olarak deniz yoluyla taşınan gazı Marmara Ereğlisi'nde bulunan ve 685,000 m³/saat enjeksiyon kapasitesine sahip Gazlaştırma Terminali'ni işletmeye alarak Ana İletim Hattına gaz enjekte etmektedir.
Türkiye’nin Enerji Politikası Ne Olmalıdır?
Türkiye en kısa zamanda kısa, orta ve uzun vadeli stratejiler üretmeli, bir yıl sonrasını bile görmeden sadece sanayileşmiş ülkelerin projelerini uygulayan, onların enerji gereksinimlerini karşılayan bir ülke konumundan kurtulmalıdır.
Alternatif enerji kaynakları üretilmeli ve değerlendirilmeli, özel girişimler ve özellikle üniversiteler bu amaç doğrultusunda desteklenmelidir. Çeşitli kaynaklardan enerji üreten küçük santaller yapılarak ulusal enterkonnekte sisteme bağlanmalıdır. Kendi elektriğini kendisi üreten sanayi kuruluşları ve işletmelere bu amaçla teknik yardım yapılmalıdır.
Dünyada enerji konjonktürü yakından takip edilmeli, özellikle ülkeler arasındaki enerji alış-verişleri ile bölgelerdeki gerilimler ve savaşların enerji sektörü açısından değerlendirmesi uzman kişilerce yapılmalıdır. Bu gelişmelere paralel olarak stratejiler yeniden gözden geçirilmeli, ani fiyat düşme ve yükselmelerinin, arz ve talep dengelerinin oluşturabileceği istikrarsızlıklar göz önüne alınmalıdır. Gerektiğinde ülke ekonomimiz için olumsuzluk içerebilecek gelişmeler ve değişmeler önlenmeli, karşı tedbirler alınmalıdır. Çok uzun vadeli enerji anlaşma ve sözleşmelerinin her zaman için avantajlı olmayabileceği dikkate alınmalıdır.
Enerjide en büyük sorunlardan birisinin de üretilen enerjinin çevreye verdiği zarar olduğu unutulmamalı, bu doğrultuda yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasına ağırlık verilmelidir. Rüzgar, güneş, jeotermal ve biyo enerji tercih edilmeli, bu türde girişimlere ve Ar-Ge çalışmalarına destek olunmalıdır. Yine temiz enerji kaynakları olarak kullanılabilecek Bor ve Toryum potansiyelimizin de hammadde olarak enerji dışa bağımlılığımızı ortadan kaldırabilecek bir potansiyel olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Bu amaçla ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde yapılan Araştırma-Geliştirme çalışmaları izlenmeli, ülkemiz de kendi kaynaklarına dayanan bu enerji alternatifini değerlendirmeli ve benzer çalışmalarda bulunmalıdır. Nükleer enerjinin ülkemiz açısından yarar ve zararları bugün halen tartışılan bir konudur. Kişisel olarak karşı olmakla birlikte ülkemizde özellikle yeri iyi seçilmiş, zararları en aza indirilmiş ve en yeni teknoloji ile kurulabilecek bir Nükleer Enerji Santrali kurulması sadece enerji çeşitliliği açısından ülkemize yararlı olacaktır. Bu konuda daha sonra araştırmalarımı ve karşılaştırmalı örnekleri, dünyanın izlediği Nükleer Enerji konjonktürünü içeren bir yazıyı bilgi ve görüşlerinize sunmaya çalışacağım.
Enerji açığının karşılanmasında acil olarak yeni kaynaklar yaratmak yanında var olan kapasiteyi daha verimli kullanmak için dağıtım şebekesinin rehabilite edilmesi gerekmektedir. Kayıplar, iletim ve dağıtım olarak iki türlüdür. İletim kayıpları uluslararası standartlarda olduğu halde faturalanmamış kayıplar (kaçaklar) dağıtımda önemli bir yüzdeyi oluşturmaktadır. Enerji maliyeti kayıplar en aza indirilerek büyük oranda azaltılabilir.
Enerji tasarrufu bilinci tüketicilerde oluşturulmalı, tasarrufun yanan üç ampulden birini söndürmek şeklinde olmadığı, gerekli şekilde kullanılması gerektiği anlatılmalıdır. Bir ampul söndürmek ya da tasarruf yapıyorum diye karanlıkta oturmak çözüm değildir. Tasarruflu ve uzun süre kullanımlı ampuller, elektriği çok tüketen aletlerin elektriğin az kullanıldığı ve ucuz olduğu saatlerde çalıştırılması, otomobillerde yakıt tüketimini en aza indirecek bakım ayarlarının mutlaka yapılması, ucuz ve doğal kaynakların enerji kullanımında ön plana çıkması sağlanmalıdır. Bu amaçla Lise ve Üniversitelerde yarışmalar açılmalı, halkı bilgilendirecek programlar yapılarak basın ve yayın kuruluşlarında yer almalıdır.
Türkiye’nin değişik bölgelerinde çoğunluğu İngiliz ve Amerikalı firmalarla yapılan maden ve petrol arama anlaşma ve sözleşmeleri gözden geçirilmeli, 49 yıl, 99 yıl gibi çok uzun süreli yapılan anlaşma ve sözleşmeler uluslararası hukuk çerçevesinde iptal edilmelidir. “Verimsiz” ya da “kalitesiz” olduğu gerekçesiyle kapatılan kuyular tekrar açılarak araştırılmalı, derin sondaj makinaları ithal edilerek adeta bir petrol denizi üzerinde yüzen ülkemizde TPAO yanında özel sektöre de arama imkan ve teknolojileri getirilmelidir. Cumhuriyet tarihi boyunca sadece 3000 sondaj yapılabilmiş ülkemizde bu sondajların birçoğunun verimli kuyular olduğu ifade edilmektedir. Petrol ülkelerinden örneğin Romanya’nın yılda 8000 sondaj yaptığı göz önüne alındığında sondaj sayısının karşılaştırması daha iyi yapılabilecektir.
Tüketici açısından enerji sorununu ele aldığımızda ise yapılabilecek olanlar en başta enerji birim fiyatının ucuzlatılmasıdır. Bu amaçla rekabeti teşvik edici düzenlemeler getirilebilir. Her aboneye tek bir hat yerine alternatif elektrik hatları bağlanabilir. Ya da üretilen elektrik yine ulusal enterkonnekte sisteme bağlı olarak belirli gün ve saatlerde değişik üreticilerden elektrik satın alınması bir anahtarla ve değişik sayaçlarla sağlanabilir. Temel gıda ve tüketim maddeleri üreten, ülkeye döviz girdisi sağlayan ve uluslararası firmalarla rekabet halindeki ihracat firmalarına belirli koşullarda ucuz elektrik enerjisi, doğal gaz ve akaryakıt verilmesi devletin inisiyatifine bırakılmalıdır.
Enerjide tüketiciyi ilgilendiren bir başka konu da satın alınan enerji türündeki anlaşma ve sözleşmelerin üretici lehine ve tek taraflı olması ya da hiç olmamasıdır. Tüketiciye kaliteli, kesintisiz ve sözleşme koşullarına uygun voltajda, fiyatta ve kalitede ürün satılması, satın alınan elektrik, doğal gaz ve akaryakıtın bazı garanti koşullarını içermesi, tüketici bu ürünlerden herhangi bir nedenle zarar gördüğünde bunun üretici tarafından tazmin edilmesi mutlaka gereklidir. Bu doğrultuda sigorta firmaları devreye girmeli, enerjiyi kontrol eden tüketicinin sahip bulunduğu tüm sistem belirli zaman dilimlerinde kayıp, kaçak ve tehlikelerden arındırılmalıdır.
İnşaat Mühendisi
Y.Ö.
KÖKTÜRKLER
******************************************************************************
SAHTE GÜNDEMİ BIRAKIP GERÇEK GÜNDEME BAKALIM
Çocuk ve genç iken bayram eğlencelerine, panayırlara, sirklere eğlenmeye giderdik. Sirklerde; 8-10 m yükseklikte tellerin üzerinde cambazlar yürür, bizlerde ha düştü ha düşecek diye heyecanlanır, başımızı yukarılara kaldırıp heyecanla cambazı seyrederdik. Bu ara hırsızlar sirkte dolaşır ve insanların arka ceplerinden cüzdanlarını çalarlardı. Bu büyük numarayı bizler yaşadık uyanık olmayanlar cüzdanlarını İzmir’in sirklerinde çok çaldırdılar.
Ülkemizde de son yıllarda ve son günlerde Cambaz-Hırsız oyunu oynanıyor.
Süper starlarımız, yeni nesil starlarımız uçan minik kuşlarımız açılımı desteklediklerini söylüyorlar. Açılım ne demek diye sorulsa, bunların söyleyebilecekleri tek kelimeleri yok. Sadece çanak yalayıp, el ayak öpüyorlar yazık. Sahte gündemi bırakıp gerçek gündeme dönelim.
3 aydır Kürt Açılımı ( ne olduğu hala açıklanmayan, bizim tarafımızdan bilinen) tartışmaları sürerken, çaktırmadan hırsız neler çaldı?
- 5 BİN 112 ADET MADEN SAHASI İHALEYE ÇIKIYOR
Enerji ve Tabi kaynaklar Bakanlığı maden işleri Genel Müdürlüğü, toplam 5 bin 112 adet maden sahasını, aramaya açmak üzere ihaleye çıkaracak. Enerji ve tabii kaynaklar bakanlığı Maden işleri Genel Müdürlüğü’nün konuya ilişkin duyurusu, resmi Gazetenin 23 Temmuz 2009 sayısında yayımlandı. Duyuruya göre, 3213 sayılı Maden Kanununun ilgili hükümlerince hukuki durumları sona eren 1801 adet 2. grup, 1467 adet, 3. grup 931 adet, 4. grup 913 adet, 5. grup maden sahası, aynı kanunun ilgili maddesine göre 23 Temmuz 2009 tarihinde ilan edilerek, ihale edilmek üzere aramalara açılacak. Söz konusu sahaların ili, ilçesi, maden grubu, koordinat dökümleri, alanlarını ve ihale tarihlerini içeren listeler, maden işleri Genel Müdürlüğünde en az 60 gün ve sahaların bulunduğu vilayetlerde en az bir ay süre ile ilan edilecek. İstekliler, (yani çoğu yabancı şirketler)
Maden sahaları için başvurularını, sahanın ihalesinin yapılacağı tarihte ve saat 13.30 – 14.00 arasında, maden işleri Genel Müdürlüğünde bulunan ihale komisyonuna doğrudan yapacaklar. Posta veya diğer yollardan yapılan başvurular ise geçersiz sayılacak.
(Tercüman gazetesi 24 Temmuz 2009) (İhale edildi)
- TEKELİN SON TUZLARI DA ÖZELLEŞTİRİLİYOR
Tütün, Tütün Mamulleri, tuz ve alkol işletmeleri AŞ’nin (TEKEL) tuz işletmelerine ait özelleştirmelerin bu yılın sonunda bitirilmesi öngörülüyor. Özelleştirme idaresi Başkanlığı (ÖİB), Tekel’in Çamaltı Tuzlası’nın özelleştirilmesi için ilk, Ayvalık Tuzlası’nın özelleştirilmesi için ise ikinci ihalesini, açtı. Yurt dışında yerleşik taraflara satış ve devir, yürürlükteki “Doğrudan yabancı yatırımlar kanununa” tapu kanununa ve diğer ilgili mevzuat hükümlerine göre yapılacak.
Çamaltı ve Ayvalık Tuzlarının bu ihaleler kapsamında özelleştirilmesi halinde TEKEL, tuz üretiminden çekilmiş olacak.
(14 Temmuz 2009- Ortadoğu Gazetesi) (ihale edildi)
- KARADENİZDE 40 YILLIK PETROL
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Genel Müdürü( TPAO) Mehmet Uysal, Karadeniz de 10 Milyar varil petrol ve yıllık 1.5 trilyon metreküplük üretilebilir doğalgaz olduğunu öngördüklerini bildirdi. ABD’li Exxon Mobil ile anlaşma imzalandı. Bu anlaşmanın da Karadeniz’de petrolün bir hayal olduğunu düşünen kesimlere petrol’ün varlığını kanıtladığını ifade eden Uysal, Karadeniz’de ABD’li Chevron ile de petrol aramak için görüşmelerin devem ettiğini bildirdi.
Karadeniz’de 60 bin Kilometrede 2 boyutlu sismik, 10 bin kilometrede 3 boyutlu sismik çalışmaları yaptıklarını ve denizi “dantel gibi işlediklerini” anlatan Uysal, Karadeniz’in Türkiye’nin 40 yıllık petrol ihtiyacını karşılayabilecek bir potansiyele sahip olduğunu dikkat çekti. Uysal, “Özellikle Karadeniz’deki keşiflerimiz inde ardından 2023 yılından itibaren petrol ve doğalgaz ithal etmeyecek ülke konumunda olmamız mümkün olacak” diye konuştu.
( 4 Mart 2009 Cumhuriyet Gazetesi)
(Anlaşmaları bilmiyoruz, bilmek halkımızın en doğal hakkı)
- KAZ DAĞLARI YANIYOR
Kaz Dağları ülkemizin gözbebeğidir. Zengin bitki örtüsü, bol oksijenli havası, ormanları, akarsuları, antik ve tarihi özellikleri ile Türkiye’nin en önemli doğal alanları arasında yer alıyor. 258 bin hektarlık Kaz Dağlarında, 37 si sadece bölgeye has 900 bitki türü bulunuyor. Bölgede 125 bin insanın yaşadığı 337 orman köyü var. Kaz Dağlarında toplam 1 milyar Dolarlık Altın Cevheri olduğu belirtiliyor.(Ham olarak) Bölgenin 1,5 yıllık ürün gelirine karşılık yabancı maden sektörüne peşkeş çekilmek isteniyor. Kaz Dağlarında toprağın üzerindeki üretim, altındakinden daha değerlidir. Bölgede; zeytin, domates, ayçiçeği, kırmızıbiber, buğday, pamuk, pirinç, organik meyve, şarapçılık, arıcılık, orman ürünleri gibi gelir kaynakları bulunmaktadır.
Kaz Dağlarında işletilmek istenen madenlere yurtseverlerin tepkisi sürerken, Edremit Körfezindeki çevre talanının yalnız Kaz Dağlarıyla sınırlı olmadığı ve şirketlerin çok geniş bir alana yayıldığı biliniyor. Birazda yabancı maden şirketlerinden bahsedeyim:
- a) TECK COMİNCO
Kanadalı Şirket, Bayramiç, Muratlar, Çan Söğütalan mevkilerinde izin aldı altın ve bakır arıyor.
- b) OREKS MADENCİLİK
Yenice’de Kurşun ve çinko arıyor.
- c) KUZEY VE DOĞU TRUVA MADENCİLİK
Teck Cominco’nun ortağı olan şirket arama ruhsatı aldı.
Sayın Arkadaşlar;
Maalesef bir hafta önce yazılı görsel medyadan öğrendiğimize göre kaz Dağları’nın bir kısmını yaktılar. Bu olayın kasıtlı olduğu apaçık ortada. Ormanlarımızı kesmek yerine yaktılar.(Kesemeyeceklerini anladıkları için) Altınoluktaki, Küçükkuyu daki, Çanakkale deki, Kaz dağlarındaki vatandaşlarım; zeytinliklerini, tarım arazilerini Müteahhitlere satıp oralarda çirkin binaların yükselmesinden rahatsız olmuyorlarsa, bahçe ve bağına sahip çıkmıyorlarsa bu yangınlardan sonra ne yapacaklar bilemiyorum. Topraklarımızın yedide ikisi satılırken, 3 katrilyon dolar değerindeki yer altı zenginliklerimiz ABD ve AB’ye talan ettirilirken ses çıkarmayan değerli halkımız Kaz Dağları için inşallah sesini çıkarır.
Mustafa Kemal’in evlatları;
Cambaz (ABD, AB, Dünya Bankası, İMF, Saroz, Yerli İşbirlikçiler) Milleti oyalarken,
HIRSIZ (ÇOK ULUSLU Şirketler, ABD, AB, Dünya bankası, İMF, Saroz) görevini yaptı ve (Hırsız ve Cambaz ortaktır)
1) 5 bin 112 maden sahasını aldılar
2) Tekel’in Tuz yataklarını yılsonuna doğru alacak. Kanun çıktı.
3) Karadeniz’in 40 yıllık petrol gelirlerinin üzerine oturdular.
4) Kaz Dağlarının yanan ve yanmayan kısımlarını ele geçirdiler.
Açılım; ABD ve AB projesidir. Bu tartışılırken kısa zamanda, üstte belirttiğimiz değerlerimiz maalesef gitti. Şimdiki gündem maddesi Ermeni Kapısı. Bu da tartışılırken CAMBAZ ve HIRSIZI MIŞIL MIŞIL UYUYARAK izleyelim.