KATİLLER,CASUSLAR TÜRK DÜŞMANI TERÖRİSTLER,VATAN HAİNLİKLERİ TESCİLLİ OLANLAR HERKES AMA HERKES KAHRAMAN İLAN EDİLDİLER!
İNGİLİZ CASUSU KÜRTÇÜ ŞEYH SAİD,FRANSIZ AJANI SEYİD RIZA,DAMAT FERİT, PANERMENİCİ TAŞNAK ANTRANİK, ARŞAK VE MURADYAN İLE YAKIN DÖNEMİN KATİLLERİ ASALA KATİLİ AGOP AGOPYAN,ARA TORANYAN VE TİKKOCU H.DİNK İLE KARABAĞ KATİLİ SARKİSYAN VE PKK LI PİSLİKBAŞI ABDULLAH ÖCALAN BİLE MASUM İLAN EDİLDİLER!HATTA NAYLON KAHRAMAN YAPILARAK ANILDILAR!
NE ADINA!
DÜZMECE,UYDURMA VE NAYLON DEMOKRASİ SAFSATALARI ADINA!
BİR YAZARIMIZIN DEDİĞİ GİBİ "HERŞEY AKLIMIZA GELİRDİ DE ,BİRGÜN ALÇAKLARIN ANILIP KAHRAMAN YAPILACAĞI HİÇBİR TÜRK'ÜN AKLINA GELMEZDİ"
HEM DE ADI TÜRK YURDU OLAN TÜRKİYEDE!
EŞKİYANIN AÇIK DÜELLO TEHDİDİ İSE TÜRKLERE!
TEK "TU KAK" OLANLAR İSE SADECE TÜRKLER!HEM DE ERGENEKONCU TÜRKLER!YANİ TÜRK YARADILIŞ DESTANINI ŞİAR ALMIŞ TÜRKLER VE TÜRK ORDUSUNUN MENSUPLARI!!!!!!!
KADERE BAKIN!
ACABA EŞKİYA TÜRKİYE'YE HÜKÜMDAR MI OLDU?
ŞEHİTLERE KELLE, TERÖRİSTE SAYIN DİYEN!
Şehitler gelmeye devam ediyor.. AKP’liler gözyaşı döküyor. Siz hiç gözyaşı döken kişinin devlet adamı olabileceğine inanıyor musunuz. Tarihte örneği var mı?
İsrail İç Güvenlik Bakanı Yitzhak Aharanovitch, İsrail radyosuna yaptığı açıklamada, "Askerlerimize el kaldıran herkes, yasaların gerektirdiği şekilde cezalandırılacak" diyor.
ABD ve İngiltere bir askerinin ölmesi üzerine bölgeyi darmadağın ediyorlar.
Peki PKK terörünün şehit ettiği Mehmetçikle ilgili ülkeyi yönetenler ne yapıyor ne diyor?
İsrail konusunda ortalığı vaveylaya verenler, Mehmetçik konusunda suskun. Neden bu konuda ses seda yok acaba!
Hatırlatalım;
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, terörist başından “sayın”, şehitlerden de “kelle” olarak söz eden Başbakan Recep Erdoğan hakkında verilen “3 kuruşluk” tazminat kararını onamıştı.. Recep Erdoğan, yerel mahkemenin kararına çok sert tepki göstermişti. Partisinin Grup toplantısında olaya “hile-i şeriye” karıştırıldığını söyleyen Erdoğan, davanın “hiç alakası olmayan” Kartal’da açılmasına da dikkat çekmiş, “Ben Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyım. Tazminata mahkum edileceksem, bunun hakkı verilir” demişti.
Kartal 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin verdiği kararı onayan Yargıtay şu görüşleri dile getirmişti: “Davacılar vekili dilekçesinde, müvekkillerinin şehit anneleri olduğunu, davalının bir konuşması sırasında şehitler için ‘kelle’ tabirini kullandığını beyan ederek, şimdilik 3’er kuruş manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece, birleştirme kararı verilmiş, bu kararın dava tarafından temyizi üzerine mahkemece birleştirme kararının nihai karar ile birlikte temyiz edilebileceği gerekçesi ile temyiz talebinin reddine karar verilmiştir. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına oybirliğiyle karar verildi.”
Başbakan tek bir sözcük yüzünden 50 milyon YTL tazminat ödeyebilir! Yaptığı açıklamalarla önce partisini Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmaktan mahkûm ettirdi, şimdi de şehitlerimizden “kelle” diye söz ettiği için servetini kaybetme noktasına geldi!
Erdoğan, 2000 yılında Avustralya’da katıldığı bir radyo programında teröristbaşı Apo’dan üç kez “Sayın” diye söz ediyor, şehitlerimizi de “kelle” olarak tanımlıyordu! O cümlesi aynen şöyleydi: “Sayın Öcalan düşüncelerinin değil, almış olduğu kellelerin hesabını veriyor.”
Bugün Ergenekon Davası kapsamında tutuklu bulunan Avukat Kemal Kerinçsiz, bu sözler üzerine bazı şehit annelerinden aldığı vekâletle Kartal 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde ayrı ayrı tazminat davaları açmıştı.
Dava dilekçelerinde de, “Şehit annelerine itibar göstermeyen, şehitlerimizden ‘kelle’ diye söz eden bir zihniyet bizim için üç kuruş değerindedir” diyerek, Başbakan’dan 3’er kuruşluk sembolik tazminat istemişti.
Mahkeme bu davalarda Başbakan’ın şehitlerden kelle diye söz etmesinin hakaret olduğuna hükmetti. Sonra yüzlerce şehit ailesi daha Başbakan aleyhine dava açtı. Ama onlar “3 kuruş” değil, “5 bin-25 bin YTL” arasında değişen miktarlarda tazminat talep ettiler.
Terör eylemeleri, aldı başını gidiyor! Kandil’den gelenlerin ayağına devletin üst bürokratlarını hakimini savcısını götürenler, Türk bayrağını kaldırtanlar terör örgütünün bölgede taban bulması için çalışan, devletten maaş alan milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmazken kim ne diyor? Mecliste yüzlerce dosya bekliyor. Komisyonlarda dokunulmazlık dosyaları bekletiliyor.
Açılımla saçılımla ülke de birlik ve düzen bozulmuş. Bürokratik kadrolar, ihaleler belli kesimlere taviz üzerine taviz olarak verilmiş!
Siyaset kurumu; böyle hukuk olur mu diyor. İşine gelince iyi hukuk, işine gelmeyince kötü hukuk, hukuk devletinde ve demokrasilerde olur mu?.
Nutuk atanlar aklı verenler çok bu ülkede. Ama yetkili ve etkili olanlar suskun peki ama neden?
Ha sahi dış ve iç siyaset ve toplum mühendisleri, Türkiye’nin gündemine yeni neler sunacak acaba!
Günün Sözü: Düşünmeden konuşma, sözcüklerin anlamını bil, aksi halde dilin seni tanıtır..
KIRMIZI KİTAP NEDEN TARTIŞILIYOR?
Dünya’da görülmeyen olaylar yaşanıyor Türkiye’de.. Her toplum ve devlet geçmişin olumsuzluklarını olabildiğince tarihe havale eder. İnsanların birbirini sevmesini, hukuk devleti şemsiyesi altında eşit haklara sahip vatandaşlar olarak refahı artıracak çabalara girişir. Ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını nasıl zenginliğe dönüştürüm çabası içinde olurlar.
Ama Türkiye’ye gelince küllenmiş ne kadar konu varsa üç beş şarlatan demokratikleşme özgürlük adı altında gündem sokuyor. Maaşlı ajan gazeteci, akademisyen, siyasetçi olabildiğince basit konuları bile allayıp pullayıp gündeme getiriyor. Ve tartışmalarla geçen günler insanların kafasını karıştırıyor. İnanılan tüm değerler altüst ediliyor. Toplumun ortak dokusu paramparça ediliyor. Ve bunlar zevkle yazıyor konuşuyor el üstünde tutuluyor.
Peki ama neden?
Bakın son günlerde devletin belli kesimini ilgilendiren bir konu daha gündeme getirildi, tartışılma başlandı.
Türkiye'de Kırmızı Kitap olarak bilinen ve içeriği gizli tutulan Millî Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB)'nin birçok demokratik ülkedeki benzerleri kamuoyuyla paylaşılıyormuş.
Bazı aklı evveller açıklamalarında böyle diyorlar. İnsan bu kadar aptal bu kadar kendi devletine düşman olur. Hainlik kelimesi bile artık bu gibi kafadan çatlaklar için yeterli bir kelime değil.
İngiltere'de millî güvenliğin sağlanmasında devlet, halk ve güvenlik güçleri uyumunun gerekliliği birçok maddede vurgulanıyor. Dikkat çeken diğer bir nokta da terörizme ve şiddete karşı kamuoyunu bilinçlendirme amacıyla desteklenecek kurumlar arasında camilerin de sayılması.
MGSB'nin bu yıl içinde revize edileceği ve iç tehdit bölümünün kaldırılacağının açıklanması üzerine dikkatler bu belge üzerinde yoğunlaştı. Demokratik ülkelerde bu tür belgeler, güvenlik kurumlarının da katkısıyla seçilmiş siyasi otorite ile güvenlik birimlerince hazırlanıyor. İçeriği de buna bağlı olarak şeffaflaşıyor. İngiltere'de halk, tehditlere karşı korunması gereken bir unsur olarak gösterilirken Türkiye'de tam tersine iç tehdit sayılıyor.
İngilizlerin 5 bölümden oluşan belgesinde, bir ulusal güvenlik forumu kurulacağı, buna yerel ve merkezi yönetimlerden kişiler, akademisyenler, siyasiler, hatta özel sektörden temsilcilerin davet edileceği belirtiliyor. İngiltere, terörizm ve aşırı uç fikirlerden oluşabilecek iç tehdit unsurlarına karşı gençlerin ve ailelerin bilinçlendirilmesini de kendi millî güvenlik siyaset belgesinde ele almış. Bunun için cami, kolejler, üniversiteler ve cezaevlerinin aracı kurumlar olduğu ve desteklenmesi gerektiği belirtiliyor. "Terör eylemlerini İslam adına yaptıklarını iddia eden şiddet yanlıları" ifadesi de diğer dikkat çekici bir unsur.
Her ülkenin bir kırmızı kitabı vardır ancak iç tehdit, dış tehdit ve ana tehdit gibi konular sır olamaz. Sır olan, operasyonlardır. Sırlar uluorta ortalıkta tartışılmaz. Örneğin ABD'ye göre dış tehdit, küresel terördür ve bunu MGSB'sinde belirtir. Bilmesi gerekenler de bunu okur ve bilir.
Sağlıklı demokrasilerde millî güvenlik siyaset belgelerinin uzmanlar ve siyasiler tarafından tartışılır. "Örneğin İngiltere'de bu mevzuların önemli noktaları, kitap olarak basılıyor ve dağıtılıyor. Aynı şekilde meclisinde de tartışılır ve gizli bir şey kalmaz. Bizde ise MGSB'de yazanların bırakın halkı, hükümeti bile ilgilendirmediğini düşünen bir zihniyet mevcut. Bu zihniyetin değişmesi gerekiyor. Bu zihniyete, 'Kırmızı kitabı ben hazırlarım, onlar uyar.' anlayışını doğuruyor..
Türkiye'de güvenlik kurumları bile gizli olma ihtiyacı hissediyor. ABD ve İngiltere gibi ülkelerde bunun tam tersi bir durum yaşanıyor.
İngiltere'de gizli servisler, halk günleri düzenleyerek gelişmeler hakkında bilgi veriyor. Aynı şekilde Amerika'da CIA, ilkokul çocuklarını alır, gezdirir. Kendilerinin vatan için çalıştıklarını anlatırlar. Türkiye'de ise bizim istihbarat teşkilatımızın sitesinde telefonunu bile bulamazsınız.
İstihbaratla alakasız kişiler ise bu konuda en yetkili konuma getirilir..Ülkenin ve devletin istihbaratı yerine muhalifleri takip edecek bilgi getirecek yapılanmalar, Türkiye’nin en büyük talihsizliğidir.
Sonra da terör konusunda neden yeteri istihbarat yok diye serzenişte bulunuluyor.
Günün Sözü: Sırrını; dostuna, arkadaşına anlatma, hayal kırklığı yaşarsın.
ELEŞTİRİ VE DAMGALANMA!
Türkiye’de eleştiri sınır tanımaz şekilde sürüyor. Herkesin birbirini damgalaması ise olağan halde.
Uyduruk kaydırık çalışmasıyla yalakalık ve yağdanlıkla, doçent olmuş, profesör olmuş ama bir çalışması olmadığı konularla ilgili konuşuyor. Var gücüyle efendilerine hizmet yarışında..
Çağdaş dünya ülkelerinde böylesine şarlatanlar var mı vardır. Elbet. Ama onlar ciddiye de alınmaz, değerde verilmez, kafa karıştırma olanağı da sağlanmaz. Bakın dünyanın en büyük demokrasisi denilen ABD’de durum öyle değil
Özellikle Yahudiliği, Siyonizmi eleştirmek batıda yasalarla engellenmiş durumda. Ancak buna rağmen yine de gerçeklere gözü kapalı olmayanlar da arada sırada çıkıyor. Çıkıyor ama hakkında işlem yapılmakta gecikmiyor..
Profesör de o damgayı yedi!
Amerika'da İsrail'i ve Siyonizm'i eleştiren akademisyenlere yönelik olarak başlatılan “Cadı Avı'nda son kurban Yahudi asıllı bir Sosyoloji profesörü oldu.
İki akademisyen Üniversiteden kovulmuştu.
Daha önce DePaul Üniversitesi'nden Norman Finkelstein ve Bard Üniversitesi'nden Joel Kovel, İsrail'in Filistin'de uyguladığı soykırımı kitap ve makalelerinde eleştirdikleri gerekçesiyle üniversiteden kovulmuştu. Finkelstein ve Kovel'den sonra ABD'de Siyonizm karşıtı bir başka akademisyen olan William I. Robinson da, İsrail lobisinin saldırısına uğradı ve görev yaptığı Kaliforniya Santa Barbara Üniversitesi'nde akademik soruşturmaya tabi tutuluyor.
İsrail’in Gazze katliamını eleştirdi.
Yahudi kökenli Robinson'un soruşturmaya tabi tutulmasına gerekçe ise, İsrail'in Gazze'de işlediği cinayetler için “Gazze İsrail'in Varşova kampı. Filistinlileri sınırlayan ve ablukaya alan büyük bir toplama kampı. Filistinlileri yavaş yavaş ölüme terk eden bir kamp. Bizler yavaş yavaş süren bir soykırıma tanıklık ediyoruz” ifadelerini içeren bir e-postayı öğrencilerine yollaması olarak gösterildi. Robinson'un öğrencilere gönderdiği bu e-postada ayrıca, Nazilerin Yahudilere yaptıklarıyla İsrail'in Gazze'deki katliamı arasında benzerlik kuran fotoğraflar da bulunuyor.
İsrail’i eleştirmek Yahudi karşıtlığı değildir.
Yahudi öğrencilerin ve İsrail lobisinin baskısıyla “Yahudi karşıtı ifadeler kullandığı” gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Robinson, bu iddiaları reddederek, “İran'ı eleştirmek nasıl İslam karşıtlığı değilse, İsrail'i eleştirmek de Yahudi karşıtlığı değildir” açıklaması yapıyor. Üniversite tarafından kendisi hakkında açılan soruşturmanın akademik özgürlüğün ihlali olduğunu söyleyen Robinson, soruşturma sonucunda kendisinin tamamen haklı olacağının ortaya çıkacağını söylüyor..
Chomsky de destek verdi
Öte yandan Robinson'a üniversiteden bazı öğrenci grupları ile aralarında Prof. Noam Chomsky'nin de bulunduğu başka üniversitelerden akademisyenler de destek veriyor. Robinson hakkında soruşturma açan üniversitenin akademik komitesi, soruşturmanın adil bir şekilde olacağını iddia ederken, Yahudi örgütleri Robinson'dan özür talebinde bulunuyor.
Yahudi örgütleri tepkili
ABD'deki en büyük Yahudi örgütü Anti-Defamation League (ADL) Direktörü Abraham Foxman, Robinson'un sözlerinin ‘anti-Semitik' olduğunu öne sürüyor.. Foxman, Robinson'un sözlerinin akademik özgürlükle ilgili olmadığını, korkutma olduğunu iddia ediyor..
Yahudi örgütlerinin suçlamalarını reddeden Robinson ise, Yahudi karşıtı olduğu iddialarının kesinlikle doğru olmadığını ifade ederek, “Bu suçlamalar, İran rejimini eleştiren birini Müslüman karşıtı göstermekle eşdeğerdir” diyor. Robinson, kendisine hakaret eden yüzlerce e-postanın yanı sıra kendisini destekleyenlerden de yüzlerce e-posta aldığını söylüyor..
Ya Avrupa! Orada da durum aynı.. Yahudi soykırımı yoktur diyen Fransız ve Avusturyalı akademisyen tutuklanmıştı.
Yani; Yahudi karşıtlığı yapmak yasak, Ermeni soykırımı yoktur demek de yasak..
İslamla alakası olmayan ama İslamcı geçinen iki yüzlü münafıklar tayfası ile çıkar ittifaklı yapan aydın bozuntuları, unvanlı akademisyen şarlatanları, gazeteci fırdöndüleri, sahtakar iş adamları, masum halk yığınlarının her gün beyinlerini iğdiş etmeye devam ediyor.
Mankurtlaşan aydınları ile Türkiye zaman tünelinde geçmiş yıllarda ki yaşama dönüşüyor kimse farkında değil..
Türkiye’de ki düşünce özgürlüğünü bir düşünün bir de çağdaş dünyadaki düşünce özgürlüğünü!!
Günün Sözü: İnsanı insan olarak görmeyen anlayışın zararı her zaman olur.
TÜRKİYE’NİN KİMYASINI BOZDU!
Kim diyor bunu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkan vekili! Yani bir kesimin hedefindeki yüksek yargıç.
HSYK başkanvekili Kadir Özbek, Türkiye'de siyasetin yargının üzerine çökmüş durumda olduğunu öne sürerek, "Ergenekon davası Türkiye'nin kimyasını bozdu" diyor.
Özbek, Cumhuriyet Gazetesi'nden İlhan Taşçı'ya konuşurken yaşananları “Türkiye’nin düzeninin, rejiminin savaşı” olarak nitelendirirken “Yaptığınız icraatla hukuk devletinin ilkelerini zorluyorsanız sonunda rejim tehlikede demektir” dedi. Ergenekon davasını “Türkiye’nin kimyasını bozan yargılama” olarak değerlendiren Özbek, “Artık Türkiye’de siyaset yargının üzerine çökmüş durumda. O davanın (Ergenekon) üzerine siyasi bulutların düştüğü anlamına gelir” diye konuştu. HSYK Başkanvekili, “düğmeye basanları” söylemesi durumunda kendisinin “siyasi konuşmakla” suçlanacağını söylüyor.
Devam ediyor: "Türkiye'de allak bullak bir atmosfer var. Adil yargılanma kompozisyonunun gerçekleşemeyeceği bir ortam var. Öyle görünüyor."
"Belli zamanlarda gündemi işgal edecek, belli birtakım servislerin -servisler derken düğmelere basılması- sonucu karşımıza çıkan bir tablo. Gündemi oluşturmak, gündeme damgasını vurmak, birilerine mesaj vermek, bir yerleri etkileme amaçlı yapılan şeyler."
"Türkiye’de bir korku imparatorluğu yaratmak, seslerin kısılmasını istemek kimin işine geliyorsa onlar yapıyor. Daha fazla konuşursam “siyasi konuştu’ diyecekler."
"Köksal Bey (İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün) bugün Türkiye’de, Türkiye’nin kimyasını bozan, adeta bitmek tükenmek bilmeyen önemli bir davaya (Ergenekon) bakan mahkeme heyetinin başkanı. Son derece güzide bir hâkimimiz. Eğer bu kişi feryatlarda bulunuyorsa üzerinde durulması gereken noktaların son derece yoğun ve önemli olduğu ortaya çıkıyor. Bizim kurul olarak başından beri söylediğimiz kırmızı çizgimiz yargı bağımsızlığıydı. Ancak yargı bağımsızlığının yargının keyfiliğine dönüşmesi noktasında artık bizim sorumluluğumuzun başladığını düşünüyorum. Ancak HSYK’nin yapısı itibarıyla son derece edilgen olduğu, elinin kolunun bağlı olduğu, arkadaşlarımızla birlikte feryat eden, sesini duyurmaya çalışır bir pozisyonda olduğunu düşünüyorum. Bu da bizi çok incitiyor."
"Yargı bağımsızlığı noktasından olaya baktığımızda hâkimin öncelikle kendisine ve kendisi dışındakilere karşı bağımsız olması esastır. Eğer bir mahkeme başkanı bağımsızlığını etkileyecek biçimde siyasi etki hissediyorsa artık bu noktadan itibaren o davayla ilgili kişilerin siyasi bir duruş sergilediği; o davanın üzerine siyasi bulutların düştüğü anlamına gelir. Maalesef son zamanlarda siyasetçilerimiz bu konuda gerekli hassasiyetleri göstermediler. Anayasa Mahkemesi’nde hayati önem arz eden son dava için mahkemeyi etkilemeye yönelik beyanatlar görüyoruz. Artık siyaset Türkiye’de yargının üzerine çökmüş durumda. Bunun olmaması gerekirdi. Özellikle Köksal Bey’in ‘hesap sorarlar’ biçimindeki yakınması feryadı keşke o noktada olmasaydı. Arkadaşımız o noktaya getirilmemiş olsaydı."
"Erzincan olayında HSYK’nin kendi anayasa yetkisi içinde yaptığı bir düzenlemeye karşı fütursuzca bir direniş ve karşı eylem söz konusudur. Genel toplamı o şekilde değerlendiriyoruz. Yetkileri yokken işlem yapanların yetkileri kaldırıldıktan sonra dahi devam ettiği işlemler akabinde hepimizin ibretle izlediği uygulamalar söz konusudur."
"Sadece sayın Köksal Şengün ile ilgili değil, herkesle ilgili. Bu noktada kalmayacağını düşünüyorum. Herkesle ilgili birtakım düzenlemeler düzenlerin, sonuçta hayata geçirilmek istendiğini tahmin ediyorum. Gelişmeler de ona göre yürüyor sanki."
"Bu savaş... Türkiye’nin düzeninin, rejiminin savaşı. Ya mevcut rejim devam edecek... Bunları bir vatandaş olarak, kişisel olarak değerlendiriyorum. Çünkü bir hukuk devletini, kuvvetler ayrılığını siz zorluyorsanız yaptığınız icraatla onun sınırlarını, ilkelerini zorluyorsanız bunun sonunda rejim, sistem tehlikede demektir."
Şimdi bu açıklamalar karşısında ne denilebilir ki! Baksanıza Ergenekon davasına bakan mahkeme başkanı ve İstanbul başsavcısı feryat ediyor. Ama kim dinliyor ki! Bir karar verilmiş ve uygulanıyor.
Sonra da Türkiye’de demokrasi var hukuk var diye birileri açıklama üzerine açıklama yapıyor.
Günün Sözü: Adalet duygusu, insan olmanın temel içgüdüsüdür.
TÜRKİYE’NİN KANINI EMENLER!
İnsanlara bakıyorum; suskun, donuk, endişeli. Ne bugünden emin ne de yarınından! Kuşkulu bakışlarla tedirgin insanlar topluluğu.
Oysa yandaş olmanın, yalakalıkla istediklerini elde edenlerin ise gözlerinde ışıltılar var. Marka giyen, lüks yerlerde tıka basa yiyip semirenleri gördükçe, ülke kaderi kimlerin elinde diye insan bir an için düşünüyor.
Düşünüyoruz ama biat kültürü ile gözleri kör kulakları sağır insanların sahte din afyonu ile uyuşturulduğu, her gün beyinlerin yüzyıllar öncesinin hurafeleri ile doldurulduğu bir toplumda söylenecek bir söz bulamıyorum..
Bakın; İktidarın ruh halini herkes yorumluyor. Ancak bir gerçek var ki o da AKP’nin Korku paketi sürekli uygulamaya konuluyor! Muhalefet ise eleştirmekten başka bir şey yapamıyor. Yandaş gazete ve TV’ler dışında okumayan izlemeyen kesim hariç geniş kitleleri ürkütüyor.
Gerçek bu. Evet, işin aslı korkudan başka bir şey değil, sadece korku. Ama bu korku ne kapatılma ne askeri darbe ne demokrasinin zaafa uğraması ve hatta ne de seçim kaybetme korkusu.
Bu korku devlet talan edilirken bırakılan parmak izlerinden kaynaklanan hesap sorulma korkusu. Evet, AKP tüyü bitmemiş yetim”den yani İlâhi Adaletten korkuyor. İşin en trajik yönü ise, iktidar gücü ile İlahi adaletin engellenebileceği gibi bir yaklaşımın benimsenmiş olması. Bu, belki ne yaptıklarının farkında değiller amma, evet bu, O’na, Senin gücün bana yetmez! meydan okumasıdır.
Niçin böyle?
Başka ne söyleyebilirim ki? Sen hakkında pek çok itham ve soruşturma dosyası ortada dururken dokunulmazlıkları kaldırmayacaksın, kaldırmadığın gibi iyice tahkim edeceksin, bu da yetmeyecek, bütün mahkemeleri ele geçirecek, hukuku siyasallaştıracaksın ve bütün bu işleri de, Askeri hizaya sokuyoruz ve darbecilerden hesap soruyoruz boyası ile boyayıp halkın gözünden saklayacaksın. Yetmeyecek, Hakk’ın da (en azından bu dünyada) size güç yetiremeyeceğine kendini inandıracaksın, böyle bir ürüne başka ne söylenebilir ki?
Korku Paketini hazırlayan zihniyeti anlayabilmek için Sayıştay oyunlarına bakmak yeter. Beyler, “Askeri alımlar Sayıştay denetimine açılsın!” diyor. Ne güzel. Halk buna elbette alkış tutar, ben de alkış tutarım, tutuyorum. Şu şaibeli helikopter alımları, tank modernizasyonu ihaleleri Sayıştay denetimine niye açılmasın? Açılıp o alımları yapan kuvvet komutanları ve dönemin Genelkurmay Başkanları niye sigaya çekilmesin, bunu herkes gibi ben de istiyorum.
İyi de, bu AKP’nin gerçek niyetinin bütün hesapların şeffaf olması olduğunu ortaya koymaya yeterli mi? Hadi pek çok Ali Dibo kahramanlarının en kritik, en mahrem görevlere getirilmesini bir şekilde hazmedelim, iyi de, Sayıştay’a askeri adres gösterirken AKP müteahhitleri ve yandaşlarının servet üstüne servet kazandıkları TOKİ’nin, TRT’nin, TMSF’nin, Spor Toto Genel Müdürlüğü’nün, Milli Piyango ve Özelleştirme İdaresi’nin, Sayıştay denetiminden 5018 yasa ile kaçırılmasına ne diyelim?
TOKİ’den aslan payını alan firmaların büyük kısmı AKP yöneticileri ile akrabalık içerisinde. TRT’de iktidara yakın kişi ve kurumlara büyük bedeller ödenerek programlar yaptırılıyor. Her şey gözümüzün önünde olmuyor mu?
Ve bu iktidar AKP’li belediyeler ve sözünden çıkmayan kurumlarla ilgili yolsuzluklar söz konusu olduğunda soruşturma izni vermezken, mesela Başbakan RTÜK’ü kanatları altına alırken, CHP ve MHP’li belediyeler söz konusu olduğunda acele izin verip mangalar halinde müfettiş grupları görevlendirilmesi vicdanlarda kıpırdanmalar oluşturmuyor ve dudaklarda buruk tebessümler üretmiyor mu?
İşte icraatı bu olan bir zihniyet bugün bir Anayasa Paketi hazırlayarak kendini koruma altına alma gayreti içine girmiş ve karanlıkta türkü çağıran yiğit hesabı işin içine asker ve eski darbecileri de katarak, gördünüz mü analar neler doğuruyor rüzgârı estirme hevesine kapılmıştır.
Pakete baktıkça, Yetim hakkı diyenlerin Hakkı’yı yetim bırakanlar olduğunu görüyor, yiyenlere afiyet olsun diyemiyorum.
GüNüN SöZü: Haksızlıklar üzerine iktidar sürenlerin hazin dramı unutulmamalıdır.
Prof.Dr.Nurullah AYDIN
KÖKTÜRKLER