GLOBAL EMPERYALİZM VE SİYONİST OLİGARŞİ DOSYASI

GLOBAL SİYONİST OLİGARŞİNİN TÜRKİYEDEKİ İZLERİ!

Tarihte ve halen dünyada nice Yahudi bile antisiyonist olabilmiş, olabiliyor da ben niçin olamayacakmışım? İsrail'in bugünkü politikası, dünya siyonizminin stratejisi bütün insanlığı büyük bir felâkete doğru sürüklemektedir. Bunu, içlerinde hahamlar, son derece dindar Yahudiler, büyük fikir adamları, filozoflar bulunan binlerce seçkin Yahudi de görüyor ve tenkit ediyor.

Bir kısım Yahudiler kendilerini diğer insanlardan üstün görüyor; "daha eşit" olduklarına inanıyor, asıl yanlışlık buradadır. Siyonizmin en büyük zararı Yahudiliğe ve Yahudilere olmuştur, olacaktır. Bugüne kadar olanlar bir şey değildir, asıl bundan sonra olacaklardan korkmalıyız. Dünya büyük bir felâkete doğru gidiyor. BaşkanBush çok güçlü emperyalist bir devletin başkanıdır ama vazifesinde başarılı olmak için gerekli ve yeterli kültüre, hikmete, vicdana, akla sahip değildir.

Geçenlerde yazmıştım; İsrail'i ve siyonizmi tenkit eden Yahudilerin yazılarından, uyarmalarından parçalar alınsa kocaman bir kitap olur. Keşke biri çıksa da bu işi yapsa. Vaktiyle İslâmî kesimde bir "Bilgi Bankası" kurulması için teklifler yapmış, çağrılarda bulunmuştum. Müslümanlarda "hizmet ve dâvâ" için milyarlarca dolar toplayan kodamanlar bu gibi tekliflere ve çağrılara kulak asmazlar. Böyle bir bilgi bankası kurulmuş ve gerekli çalışmaları yapmış olsaydı, hazırlanıp yayınlanmasını teklif ettiğim kitap çoktan ortaya çıkmış olurdu. Lakin Müslüman kesim böyle zekâ, kültür, araştırma işleriyle uğraşmıyor. Hizmet ve dâvâ için toplanan paralar ne oluyor bilmem.

Cumayı cumartesiye bağlayan gece, yeni Müslüman olmuş, Amerikalı (İtalyan asıllı) bir Müslümanla tanıştım. Katolik kilisesinden ve katolik rahiplerinden çok şikayetçi idi. Ailesi zenginmiş, kiliseye ve papazlara şimdiye kadar yüzbinlerce dolar yardım etmiş. Bu paralar fakirlere, hayır işlerine harcanmamış; büyük binalar yapımında kullanılmış. İtalyanın ailesi de kiliseyi mahkemeye vermiş... Bizde de, her yıl din ve iman için toplanan paraların hesabı sorulmalıdır.

Sırası gelmişken şu hususu da ilgililerden sormak istiyorum: Türkiye Başhahamı öleli epey zaman oldu, Musevî cemaati onun yerine yeni bir ruhanî reis seçmedi. Bu iş niçin bu kadar uzadı? Kapalı kutu oldukları için dışarıya bilgi de vermiyorlar. Bizdeki Yahudiler büyük çoğunluk itibariyla kendi dinlerinden son derece uzaklaşmışlardır. Koşer kurallarına dikkat etmezler. Onların Musevî dinine bağlılıkları sosyolojiktir, bir kimlikten ibarettir. Sanırım cemaat çok dindar, çok kuralcı bir başhaham istemiyor. İstakoz ve yengeç yenmesine fetva verecek geniş meşrebli bir din adamı istiyor.

Türkiye'nin önemli meselelerinden biri de İsrail'in, Türk vatandaşı Yahudilerden ağır vergiler toplamasıdır. Yabancı bir devlet nasıl olur da bizim vatandaşlarımızdan vergi toplayabilir? Bu konunun hükümet, Meclis ve diğer sorumlu kurumlar tarafından mutlaka incelenmesi, aydınlığa kavuşturulması; önüne geçmek için tedbirler alınması gerekmez mi? Futbolcu HakanŞükür, Fethullah Hoca'ya saygı besliyor diye birtakım çevreler ayağa kalktılar, kızılca kıyamet koparttılar, sporcuyu Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne sürüklediler. Peki, İsrail'in Türk Yahudilerinden vergi toplaması önemli bir mesele değil midir? Bu konuyu niçin gündeme getirmiyorlar?

Yine mutlaka aydınlatılması gereken diğer önemli ve hayatî bir konu İsrail'in ülkemizde on milyar dolar parayı tefecilik işlerinde çalıştırmasıdır. Bugünkü şartlar altında bu on milyar dolar kısa zamanda on milyar daha kazandırmakta, Türkiye'nin kanı iliği bu şekilde emilmektedir. Bu on milyar doların iki milyarının MOSSAD'a ait olduğu da rivayet ediliyor. Bu rivayetler boş dedikodulardan ibaret midir, yoksa gerçek midir? Bu soruları kim, hangi müessese cevaplandıracaktır?

İsrail'in on milyar dolarını çalıştıran tefeciler kralı Malki, Bursa'da nasıl öldürüldü? Kiralık katillerin ardında hangi kara para zenginleri vardı? Malki öldürülünce İsrail'den yıldırım hızıyla gelen bir istihbaratçı ve komando ekibi Bursa'da nasıl karargâh kurdu, katil kiralayanlardan bir kodamanın oğlu nasıl derdest edilip bir helikoptere bindirildi ve bacaklarından ipe bağlanarak helikopterden nasıl sallandırıldı. O gece sabaha kadar nasıl iki buçuk milyar dolar toplanıp İsrail ekibine verildi? Bu konularda fısıltı gazetesi çalışıyor, bir sürü dehşet ve hayret verici haber yayılıyor. Peki büyük medya bu konuyu niçin gündeme getirmiyor? Yabancı bir devletin istihbaratçıları, komandoları bizim büyük bir şehrimizde böyle işleri nasıl yapabiliyor? Bu cesareti nereden alıyorlar? Malki'yi öldürtenler nasıl hapse atılmıştır? Bu konuda ne gibi işler dönmüştür?

----------------------------------------------------------------------

 

Türkiye'de üç çeşit Yahudi bulunmaktadır

Birinci grup kimlikleri açık şekilde bilinen Musevî-Yahudi vatandaşlarımızdır.

İkinci grup Sabataycılar, Dönmeler'dir. Onların sayısını, belli başlı önemli kişilerini kimse doğru dürüst bilmiyor.Bundan iki sene kadar önce devletin büyük ve hayatî bir kurumu kendi bünyesi içindeki Sabataycıları araştırmak için bir ekip kurmuş, başına bir zatı getirmiş. O zat da Sabataycı değil miymiş!.. Gitmiş, Amerikalı, nüfuzlu Yahudilere haber vermiş.

Üçüncü grup crypto-Yahudilerdir. Onların Yahudi olduğu bilinmez. Müslüman Türk olarak sahnelerde arz-ı endam ederler. Ülkemizde Kürt Yahudileri de bulunmaktadır. Kuzey Irak'taki Barzanî'nin karısı Yahudidir. Kürt Yahudileri kendilerini Müslüman olarak gösterirler. Ne yaparlar, ne gibi işler görürler, kimsenin bilgisi ve haberi yoktur.

 

Başörtüsü konusunda, birtakım İslâmî cemaatler, Hoca'lar, Hocaefendiler, şeyhler, tarikatlar hakkında ince eleyip sık dokuyanlar; Cumhuriyetimiz için en büyük tehlike ve tehdit irticadır, aşırı dinciliktir diyenler benim yukarıda bahsettiğim konularla niçin ilgilenmiyorlar? Bunlar önemsiz şeyler midir? Büyük medya bu gibi konuları niçin gündeme getirmiyor? Birtakım mankenlerin hangi erkeklerle yattıkları büyük haber oluyor da yukarıda anlattıklarım niçin küçük haber bile olmuyor?

 

Bu memlekette şu anda en serbest ve hür saha medyadır. Yazık ki, Müslümanlar bu sektörde de birinci ligde oynayamıyor, varlık gösteremiyor. Tirajı yüksek bazı İslâmî gazetelere buna benzer bir makale göndersem basılmaz, Hazret'lerin siyasetlerine uygun düşmez!..

----------------------------------------------------------------------

Van Yahudileri

VITAL CUINET'nin "Asya Türkiyesi, İdarî Coğrafya" (La Turquie d'Asie, Géographie Administrative, Paris) adlı kitabının ikinci cildi 1891'de yayınlanmış olup eski Adana, Halep, Mamuretülaziz, Diyarbekir, Bitlis, Van, Musul vilayetlerimizi anlatmaktadır. Bu cildin Van vilayeti ile ilgili bölümünü okurken birtakım bilgiler dikkatimi çekti. Bunları meraklı okuyucularımla paylaşmak isterim.

(1) O tarihte Van vilayetinde beş bin Yahudi yaşıyormuş (s. 936). Sanırım şu anda Van'da, nüfus kağıdında Musevi yazan vatandaş yoktur. Peki bu beş bin Yahudi ne oldu? Hepsi oradan göç mü etti, yoksa bazıları Müslüman kimliğine mi büründü? Bu hususun araştırılması gerekir...

(2) "Van vilayetindeki Ermenilerin haylisi Yahudi asıllıdır. Büyük lakaplı Üçüncü Tigran'ın Filistin'den getirdiği esirlerden türemişlerdir. Onlarda bugün hâlâ eski İbranilerin ırk ve tipine ait özellikler görülmektedir." (s. 646).

Bu bilgiler de çok dikkat çekicidir. Ermeni kralı Büyük Tigran Filistin'e yaptığı seferlerde Yahudi esirler almış, onları Van taraflarına getirmiş ve bunlar Ermenileşmiş... Acaba samimî şekilde Ermeni olmuşlar mıydı? Yahudiler varlıklarını koruyabilmek için iğreti kimliklere bürünmeyi tarih boyunca denemiş bir kavimdir. Zahirde Müslüman, Türk, Kürt, Ermeni, Gregoryen, Elen, Ortodoks, Katolik, İspanyol gibi görünürler ama asıl iç kimlikleri Yahudiliktir, dinleri Museviliktir. Bizdeki Sabataycılar gibi.

Cuinet'nin coğrafya kitabında 19'uncu asırdaki Osmanlı vilayetlerinde yaşayan Yahudilerle ilgili istatistikî bilgiler verilmektedir. Bugün Yahudi izine rastlanmayan nice yerlerde Yahudi cemaatleri yaşıyormuş, bunların sinagogları, okulları, hahamları varmış. Bu Yahudiler ne olmuştur? Hepsi birden İstanbul'a, İzmir'e, İsrail'e veya yabancı ülkelere mi göç etmişlerdir, yoksa kimlik mi değiştirmişlerdir. Ezbere konuşmak doğru olmaz. Araştırıcıların, tarihçilerin bu konuyu incelemesi gerekir. Ben şu ihtimal üzerinde durmak istiyorum: Bu Yahudilerin bir kısmı yakın tarihin fırtınaları, hercümerci, girdabları içinde Müslümanlaşmış, Türkleşmiş veya Kürtleşmiş olabilir. Zamanla çocuklarını en yüksek okul ve üniversitelerde okutmuş olabilirler. Bu eski Yahudiler, yeni Türkler, Kürtler ve Müslümanlar önemli makam ve mevkilere geçmiş olabilir...

Sabatay Sevi zuhur ettiği zaman Kürdistan'daki Yahudilerin de büyük heyecana kapıldığını Scholem yazıyor. Kaç kişi Mesih Sabatay'a iman etmiştir? O, mecburen ve yalancıktan Müslüman olduktan sonra kaç kişi imanında sebat ederek Müslüman kılığına girmiştir? Bu Doğu Sabataycıları içinden kaç büyük devlet adamı, bürokrat, fikir ve sanat şahsiyeti çıkmıştır? Neler yapmışlardır? Bu soruların cevaplarının araştırılması gerekmez mi?

Yurt dışındaki bazı müellifler, bazı kaynaklar Ziya Gökalp'in Yahudi asıllı olduğunu iddia ediyor. Elimde fazla bilgi ve veri yok ama olan kadarını ileride yazacağım. Gökalp önce Kürt ve Kürtçü olarak ortaya çıkmış sonra Türkçülük ve milliyetçilik konusunda birinci isim olmuştur. Onun dostu, talebesi, yakını Moiz Kohen de, Tekin Alp takma adıyla Türkçülük ve milliyetçilik konusunda bir çığır açmış, hatta kitaplarından birine "Kahr olsun Şeriat" başlıklı bir bölüm koymuştur. Moiz Kohen adlı bu Yahudi niçin Türkçülük ve milliyetçilik konusunda Müslüman Türkleri İslâm dışı, İslâm'a zıt bir mecraya ve vadiye çekmek istemiştir? Bu konunun da ilmî olarak incelenip araştırılması gerekir.

İki kimlikli Yahudiler hakkında binlerce kitap ve kaynakta bilgi kırıntıları bulunmaktadır. Bütün bu bilgilerin aranıp taranıp bulunması ve yekun olarak binlerce referansın bir araya getirilmesi gerekir. Bu parçaların her biri, büyük bir mozayik tablonun parçaları durumundadır. Parçalar bulunup birleştirilince tablonun bütünü meydana çıkacak ve nice sırlar çözülecektir.

Bazı bilgilere ulaşmak çok zordur. İsrail'de bulunan Sabataycı arşivi herkese, her araştırıcıya açık değildir. Yine, yakın tarihte İsrail'e gönderilmiş olan Türkiye Hahambaşılığı arşivine girmek de pek kolay değildir. Lakin araştırılması çok kolay, ortada ve açıkta olan kaynaklar ve bilgiler vardır.Öncelikle bunların toplanması, dosyalanması gerekir.

Yahudilerin tarihimizde önemli şahsiyetli, tesirleri, hareketleri bulunmaktadır. Onbeşinci asırda isyanlar çıkartmış olan Torlak Kemal bir Yahudidir. Torlak Kemal'in şahsiyeti, kişiliği, kimliği, yaptıkları, yapmak istedikleri hakkında dört başı mamur bir inceleme ve araştırma kitabı henüz yazılmamış bulunuyor.

Kanunî Sultan Süleyman ve İkinci Selim zamanında Yahudi nüfuzu ve tesiri Osmanlı imparatorluğunda doruk noktasına ulaşmıştır. Bu konuda da yeterli araştırma yapılmamış, doyurucu kitaplar yazılmamıştır. Yasef Nassi hakkında yabancı dillerde bir yığın kitap var, bizde bir tek kitap bile yoktur.

Tanzimat'tan beri büyük değişiklikler, inkılaplar, ihtilallar, iğtişaşlar olmuştur. Bunlarda Yahudilerin, Sabataycıların, dönmemiş Dönmelerin rolü nedir?

Türkiye'de İslâm dinine ve dindar Müslümanlara açılmış savaş dinsiz Türklerin, dinden dönmüş Müslümanların işi midir, yoksa Yahudilerin, Sabataycıların işi midir?

Son günlerde büyük bir bürokratın annesi vefat etti. Bu kişinin nüfus kimlik kartında din hanesinde Musevi olduğu yazılıydı. Lakin cenaze İstanbul'daki Teşvikiye camiinden kaldırıldı. Normal olarak sinagog'ta yapılacak bir ayinden sonra Yahudi mezarlığında toprağa verilmesi gerekirken niçin camiye getirilmiş, bilahare İslâm kabristanına gömülmüştür? Kamuoyunun bu gibi anti-konvansiyonel durumları bilmesi gerekmez mi?

İslâm dininin zuhurundan bu yana bazı Yahudilerin birtakım hareket ve manevraları olmuştur. Yemenli Bir Yahudi hahamı, Abdullah ibn Sebe' ismini almış, Hazret-i Ömer'den dinî bir vazife istemiş, ilgi görmemiş, Hazret-i Osman'ın hilafeti zamanında ortaya çıkan fitneler bu zat tarafından körüklenmiş ve planlanmıştır. O gün bu gündür bazı Yahudiler İslâm dünyasında böyle çalışmaktadır.

On büyük cilt mi olur, yirmi cilt mi olur, bir heyet tarafından İslâm Dünyasında Yahudiler ismiyle ilmî bir eser hazırlanmalı ve yayınlanmalıdır. On dokuzuncu asrın sonlarında Yahudi seçkinleri ikiye ayrılmıştı. Bir kısmı siyonist ideolojiyi destekliyor, bir kısmı da şiddetle aleyhinde bulunuyordu. Biz Müslümanlar bu konuda da fazla bir bilgi sahibi değiliz.

Osmanlı imparatorluğunun yıkılışında Osmanlı Yahudilerinin ve diğer Yahudilerin rolleri nedir?

Yakın tarihimizdeki gizli Yahudiler kimlerdir?Bunlar ne yapmak istemişler, neler yapmışlardır?

Lozan andlaşmasının asıl mimarı Başhaham Hayim Nahum'dur. Hayim Nahum'un gayesi neydi?

Yurda sokulması Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanmış binlerce kitap, dergi, gazete, makale ve broşürde ne gibi bilgiler, iddialar yer almaktadır? Bunlar niçin yasaklanmıştır? Yazılanlar iftira ve yalan ise tarihçilerin bunları reddedebilmesi için onları okuması ve incelemesi gerekmez mi?

Ankara'daki Tarih Kurumu, üniversitelerimiz, Kültür Bakanlığı'mız birtakım iddialar ve isnadlar karşısında niçin susmaktadır? İslâm dinini bozmak, asıl İslâm'ın yerine kul yapısı, reforme edilmiş, yenilenmiş, işe gelmeyen tarafları çıkartılmış, beşerî bir ideoloji ve hümanizma haline getirilmiş, sulandırılmış, ılımlı İslâm yapılmış yeni bir din çıkartılmak istenmektedir. Bu reform ve yenilikçilik hareketinde birtakım crypto-Yahudiler bulunmakta mıdır?

Normal olarak milletini, milliyetini seven, Türkiye'nin ve Türklerin yücelmesini, güçlenmesini, üstün olmasını isteyen bir Türk, kendisi dindar olmasa bile İslâm'a saygılıdır. Peki, din düşmanı, Şeriat düşmanı bir Türkçülüğün ve milliyetçiliğin arkasında kimler bulunmaktadır?

Samimî bir Türkçü ve milliyetçi olan Dr. Rıza Nur, Hatıratında "Gençliğimde dindardım, namaz kılardım, o günleri heyecanla hatırlıyorum" mealinde satırlar yazmıştır. Daha sonra dindarlığını, inançlarını kaybetmiş olmasına rağmen İslâm dinine karşı asla saygısızlık etmemiştir. Rıza Nur'un zıt kutbunda Moiz Kohen Tekin Alp bulunuyor. O Yahudi ise "Kahr Olsun Şeriat" diye yazacak kadar İslâm düşmanıdır. Acaba hangisinin Türkçülüğü ve milliyetçiliği doğrudur, hakikîdir?

Bundan birkaç yıl önce, sayın Ecevit'in başbakanlığı sırasında Kültür Bakanlığı Tekin Alp'in bir kitabını yayınladı. Ancak, Tekin Alp takma adının yanına parantez içinde "Moiz Kohen" diye yazmayı unuttu. Bu unutma gerçekten unutma mıdır, yoksa pekâlâ bilindiği halde es mi geçilmiştir?

----------------------------------------------------------------------

 

İki Kimlikli İran Yahudileri

İNTERNETTE İran Yahudileriyle ilgili çok önemli ve çok meraklı bir bilgiye rastladım. Kısa bir metin ama bizler için çok manalar ifade ediyor. Metni Fransızcadan tercüme ediyorum:

"İsrail'de akademisyen olan profesör Ammoun NANTSAR'ın, Yahudilerin tarihiyle ilgili ve içinde çeşitli araştırıcıların yazıları bulunan Los Angeles'te yayınlanmış bir kitapta, bir makalesi bulunuyor. Yahudiler İran'da yaşadıkları zaman kendi Yahudi kimliklerini gizlemek zorundaymışlar, çünkü üzerlerinde baskılar varmış, (dışlanıyorlarmış). Bu Yahudiler, kimsenin gerçek kökenlerinden şüphelenmemesi için toplum içinde Müslüman olduklarını, Müslüman isimleri taşıdıklarını, camilere gittiklerini ve Kur'ân öğrendiklerini beyan ediyorlar.

Fakat evlerinde Yahudi isimleri varmış ve kendi inançları olan Museviliği gizlice yaşıyorlarmış. Bu tür beyanlar, Kuzey Afrika, Irak, Suriye, Basra Körfezi ve bilhassa Pakistan gibi İslâm ülkelerinde yaşamakta olan nice başka Yahudi tarafından radio Ici yayınlarında da tekrarlanmıştır. Hatta M. Abbasî, İsrail'in Fransa'daki büyükelçisi Elie Barnavi ile mülakat yaparken şu soruyu yöneltmiştir:

– Bu kişilerin kimliklerini ve inançlarını gizlemek zorunda kalmaları durumu daha ne zamana kadar sürecektir?"

İnternetteki, Yahudiler ile ilgili milyonlarca veri içinde kim bilir bizim için ne kadar ibretli, göz açıcı, ders verici olanları vardır.Sabırlı ve azimli araştırıcıların bunları taramaları, içlerinden en önemli birkaç binini derleyip, tasnif edip kitap haline getirmeleri gerekir.

Ben bir Müslüman olarak sahte bir Yahudi kimliğiyle İsrail'e gitsem, oraya yerleşsem, Musevîliğin gereklerine inanmadan, yalancıktan yerine getirsem, cumartesi günleri sinagoga gitsem, böyle bir şey ahlâkî olur mu? Bu, büyük bir sahtekarlık ve faziletsizliktir. Zaten bir Müslüman veya başka bir goi böyle yaptığı taktirde, cin gibi zeki ve kurnaz İsrail istihbaratı kısa zamanda onu deşifre eder ve casus diye zindana atar.

Maalesef ülkemizde birtakım Yahudiler, Türkiye'yi ele geçirmek için iki kimlikli olarak çalışmaktadır. Zahirde Müslüman, gerçekte Musevî. Türkiye'deki kripto-Yahudilerin miktarı belli midir? Bu konuda kesin bir şey söylenemez. Eskiden bunların birkaç on bin kişi olduklarını tahmin ediyordum. Şimdi Harry Ojalvo (Aksiyon Dergisi'nde yapılan röportaj) gibi Türkiye'de bir buçuk milyon Gizli Yahudi bulunduğuna inanıyorum.

Onların hepsi Sabataycı değildir. Bazıları Bektaşî, bazıları Alevî postuna bürünmüştür. Mevlevîliğe, Melamîliğe girenleri de vardır Hattâ şu anda, sanırım, çatlak sesler çıkartan bazı Reformcu ve Yenilikçi ilahiyatçıların da, bunlarla alakası vardır. Kesin konuşmuyorum ama mutlaka incelenmesi gereken bir konudur bu.

Bizdeki Gizli Yahudiler milliyetçilik ve Türkçülük cereyanı ile de, çok yakından ilgilenmişlerdir. Onlar milliyetçiliği ve Türkçülüğü İslâm'a rakip bir duruma sokmak istiyorlar, bunda da hayli başarılı olmuşlardır. Aslında bir Türk milliyetçisinin, aklı başında bir Türkçünün, kendisi dindar olmasa bile Müslümanlığa ve Müslümanlara karşı son derece saygılı olması gerekir.

Bazen akılları durduracak, havsalanın almayacağı iddialarla karşılaşıyoruz. Bunların hepsinin, peşinen doğru olduklarını kabul etmemiz gerekmez. Dikkatli, ölçülü, ihtiyatlı hareket edilmelidir. istanbul'da bazı vatandaşlarımız "debarkader" ismini taşıyan bir internet sitesinde Ilgaz Zorlu'nun, bu fakirin aleyhinde yazılar yayınlıyor, bizi anti-semitizmle suçluyorlarmış. Doğru değildir. Anti-Siyonist olduğumu saklamaya lüzum görmem, bugün dünyada nice özbeöz Yahudi anti-Siyonist olabiliyor, İsrail devletini Yahudilik için zararlı görebiliyor da, benim bu kadar hakkım yok mu?

Yahudilere, Musevilere en fazla zarar verecek olan iki şey Siyonizm ile İsrail devletidir. Çoğu gitti azı kaldı, yakında dünya çapında korkunç ve dehşetli hadiseler olacaktır. Bekleyiniz. Türkiye Hahambaşılığı'na bağlı olan, iki standartlı ve iki kimlikli olmayan Yahudi vatandaşlarımızla fazla bir ihtilafımız yoktur.

Ancak birtakım Yahudilerin, Türkiye'nin büyük bir siyasi partisini içten fethetme stratejileri de, gözümüzden kaçmamaktadır. Bu büyük partinin istanbul teşkilatı üzerinde Bay Pinto'nun büyük nüfuz ve tesiri olduğunu biliyoruz. Yine aynı zat bakanlarımızdan birinin oğlu ile pek samimi ve pek sıkı fıkıdır.

Bedevî, şifahî, marjinal toplumların hafızası olmazmış. Medenî bir toplumun mazisi, tarihi, hafızası vardır. Bedeviler ise sadece şimdiki zamanda yaşarlar, mazilerinden habersizdirler, istikballerini de düşünmezler. Hal-i hazırda yaşarlar, ama durumlarından bîhaberdardırlar. İsrail'de, birtakım Yahudiler Türkiye ile, tarihimizle, birtakım önemli kişilerimizle ilgili önemli bilgiler ihtiva eden kitaplar, makaleler yazmışlardır. Bunların çoğu ibranicedir. Peki biz Türkiyeliler, bu yayınları incelemiş, taramış, tahlilini yapmış, gereken yerlerini Türkçe'ye çevirip kültürümüze kazandırmış mıyızdır? Maalesef... Yatakta uyuyoruz, ayakta uyuyoruz...

Türkiye'de İslâmiyet'i, Şeriatı, dindarlığı öcü gibi gösterenler; bunları devletimiz ve Cumhuriyetimiz için büyük tehlike ve tehdit olarak gösterenler kimlerdir? Laikliği çığırından çıkartanlar kimlerdir? Yakın tarihimizde bu ülke, sistemli şekilde soyulmuş, talan edilmiştir. Yekunu trilyonlarca doları bulan bu soygun ve talanı kimler yapmıştır? Ülkemizde dehşetli bir kimlik erozyonu olmuştur. Bu erozyon kimlerin eseridir? "Siyon Protokolları"nın sahte ve düzmece olduğu iddia ediliyor. Ancak şu husus da göz ardı edilmemelidir. Bazı kişilerin ve zümrelerin Türkiye'de yaptıkları, harfi harfine bu Siyon Protokollarına uygun düşüyor. Bu tatbikat kimlerin eseridir? Türkiye toplumunun millî kimliğinin ana faktörü İslâm idi. Ülkede Müslümanlık sarsılınca, İslâmî değerler terk edilince büyük bir çözülme, çöküntü, dejenerasyon meydana gelmiştir, bunu kimler yapmıştır?

İçimizden bazıları İsrail'e karşı büyük bir hayranlık, bağlılık, sevgi, dostluk besliyor. Oradaki sistem Türkiye'dekinin taban tabana zıddıdır. İsrail bir din devletidir, bir ırk devletidir, Musevî şeriatı üzerine müesses bir devlettir. Orada din ve devlet aynı şeydir. Peki, bizdeki birtakım laikler nasıl oluyor da, böyle bir devlete hayran oluyorlar?

Okumak, incelemek, düşünmek, müzakere etmek gerek...

----------------------------------------------------------------------

 

Dönmelerin inanç Esasları

Dönmelik, “Osmanlı tebasından olup dini ve siyasi ideallerine daha rahat ulaşabilmek için İslâmı kabul etmiş görünen Yahudi cemaati şeklinde tanımlanmaktadır.

Dönmeliğin tarihçesine baktığımızda Dördüncü Sultan Murad döneminde Sabatay Sevi’nin sahte ihtidasıyla başlar. Bu yüzden onlara dönme dendiği gibi liderlerinden hareketle “Sabatayistler” de denir.

XII. yüzyıldan beri süregelen bu batıl itikat hareketi, Selânik’in Osmanlı’dan Yanunistan’a ilhakından sonra Yunanistan’da siyasi ve dini anlamda Yahudiliğe rücu etmek için bazı teşebbüslerde bulunurlar. Bunlar şöylece sıralanmaktadır:

1- Selânik’in Yunanistan’a ilhakından sonra orada Yunanlı olarak kalan bazı dönmeler Yahudiliğe rücu için Yunan hükümetine müracaat ederler. Bu iş için görüşlerine başvurulan Selânik Yahudileri çeşitli manialar ileri sürerek olumsuz kanaat serdederler.

2- Atina’da Yunan Meclis-i Mebusanı azasından olanMustafa Efendi adında bir dönme tarafından Gonatas’a müracaat ederek, mübadele hükümlerinin Türk ve Rumlara münhasır kalmasını ister. Ayrıca kendilerinin Türk ve Müslüman olmadıklarını ileri sürerek mübadeleden azade bırakılmaları lazım geldiğini talep eder. Kendi harslarının/kültürlerinin Yahudi olduğunu iddia eder. Gonatas ise Meclis-i Vükelâda bu meseleyi müzakere ederek red cevabı verir.

3- Yine Meşrutiyet’in ilânından sonra kendi aralarında akdettikleri bir kongrede asıllarına (Yahudiliğe) dönmek meselesi uzun uzadıya münakaşa edilir. Meşhur dönme Cavit Bey vakit gelmediğini beyanla buna mani olur.Türkiye’de ise Cumhuriyetin kurulmasıyla dönmeliğin tarihe kavuştuğu savunulmuştur.

----------------------------------------------------------------------

 

İtikadlarına gelince, onların hurafelerle dolu inanç esasları şöyle hülasa edilir

“1- Gerçek tanrı olan İsrali’in Tanrısı’na inanırım.

“2- Sabatay Sevi’nin gerçek mesih olduğuna inanırım.

“3- Tevrat’ın gerçek Tevrat olduğuna inanırım.

“4- Tevrat’ın değiştirilmediğini ve yürürlükte olduğuna inanırım.

“5- Sabatay Sevi’nin dünyanın dört trafına dağılmış olan İsrailoğulları’nı bir araya toplayacağına inanarım.

“6- Ölülerin dirileceğine inanırım.

“7- İsrail’in Tanrısı’nın, Süleyman Mabedini yukarıdan aşağıya bina edilmiş olarak göndereceğine inanırım.

“8- İsrail’in Tanrısı’nın bu dünyada cemalini göstereceğine inanırım.

“Dönme âmentüsünün son maddesi “gerçek mesih” Sabatay Sevi’nin gönderilmesini isteyen dua cümlelerini ihtiva eder(*).”

Bunların dışında yine inanç nokta-i nazarında bazı özellikleri de şöyledir:

1- Gizli Yahudi adı kullanırlar.

2- Reislerini mukaddes sayarlar.

3- Osman babayı ilah sayarlar.

4- Gizli Yahudi nikahı yaparlar.

5- Türklerle evlenmezler.

6- Ölülerini Müslüman mezarlığına gömmezler.

7- Dönmeliklerini gizlerler.

8- Dönmeliğin gündeme gelmemesi için çabalarlar.

9- Günah çıkarırlar.

10- Gizli mabedleri vardır.

11- Ölü kadınları erkek gasaller yıkarlar. Dönmeler kendi aralarında

Karakaşlar, Kaplancılar, Yakubiler diye de üç guruba ayrılırlar.

Ayrıca günümüz Türkiye’sinde dönmelerle ilgili verilen şu bilgiler çok dikkat çekicidir:

“... Dönmeler Türkiye genelinde 30-40.000 kişi civarında tahmin edilmektedir. Bunlar daha çok Edirne, İstanbul, İzmir, Ankara ve Bursa’da yaşamaktadırlar. Yoğun olarak bulundukları yer Selânik olduğu için dönmelere “Selanik dönmesi” de denilmektedir. Bundan dolayı mübadele sonrasında Türkiye’nin çeşitli şehirlerine gelip yerleşen dönmelerden doğum yerleri Selânik olanlar Selânik ismini değiştirmişlerdir. Kapalı bir cemaat hayatı yaşadıkları için dönmeler sır vermemeye özen göstermişler, eskiden olduğu gibi bugün de Türklerin yanında Türk isimlerini, kendi aralarında ise Yahudi isimlerini kullanagelmişlerdir.

“Dışişleri, maliye, eğitim, basın-yayın ve üniversiteler başta olmak üzere çeşitli alanlarda görev yapanların yanında, özellikle ticaret ve sanayide önemli başarılar elde eden dönmeler de vardır. Bugün Türkiye’nin en etkili aydınları, gazete sahipleri ve köşe yazarları arasında dönmelerin de bulunduğu iddia edilmektedir. (**)”

Siyonist kongrelerde önemli mevkilerde yer alan dönmelerin bazan sinsi, bazan ise açıktan açığa fakat muttariden İslâm’a ve Müsülanlara saldırmaktan, karalamaktan geri durmadıkları bir gerçektir. Gayız ve husumetleri hiç bitmeyen dönmelerin, intikam hislerini tatmin için Türk milletinin mukaddes hislerini hançerlemek başlıca görevleridir. Müslümanlığa avdeti irtica telakki ederken, Yahudiliğe avdeti ilerleme olarak kabul ederler...

----------------------------------------------------------------------

 

Tarihsizlik

TARİHİMİZİ tahrif ede ede, milletimizi hafızasız aliene bir toplum haline getirdiler. Ortaya sun'î (yapay), düzmece, uyduruk bir tarih çıkarttılar. Halide Edip Adıvar "Türkiye'de Şark, Garp ve Amerikan Tesirleri" adlı kitabında; bizde lisan ve tarihe yapılan devlet müdahalesinin, Hitler Almanya'sındakinden ve Stalin Rusya'sındakinden daha fazla ve daha şiddetli olduğunu yazıyor.

Okullarda, üniversitelerde okutulan resmî tarihte birçok gerçek ya tersyüz edilmiştir, yahut hiç okutulmamaktadır.

Tanzimat'tan bu yana vaki olan ihtilal, darbe, büyük değişim hareketlerinde

  • Masonların,
  • Sabataycıların,
  • Dönmüş veya dönmemiş öteki Yahudilerin,
  • Tekin Alp takma adıyla sözde Türkçülük ve milliyetçilik yapan kişinin ve benzerlerinin,
  • "Boğaziçi aşireti"nin,
  • Misyonerlerin,
  • İngiliz, Amerikan ve diğer emperyalist ülkelerin ajanlarının... isimlerinden,

rollerinden, tesirlerinden bahs edilmemektedir.

Düşünebiliyor musunuz? Yüzlerce, binlerce yakın tarihimiz kitabı yazılıyor, okutuluyor ve bir kere bile Sabataycılardan bahs edilmiyor. O Sabataycılar ki, yakın tarihimize damgalarını vurmuşlardır. O Sabataycılar ki, şişirme ünlülerinden birinin New York'ta "Biz, yirminci asırda iki devlet kurduk. Biri İsrail, ötekisi......" dediği iddia ve rivayet edilmektedir. Son seksen-doksan yıl içinde Türkiye'de birtakım marksist faaliyetler yapıldı; birtakım Türkiyeliler bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti Marks'ın ve Lenin'in ideoloji ve sisteminin kurtaracağını iddia etti. Bu konuda binlerce araştırma yayınlandı. Soruyorum:

Türkiye'deki bütün marksist fikir adamlarının, aksiyoncuların, önde gelen şahsiyetlerin Sabataycı olduğunu bir tek satırla yazan tarih kitabı var mıdır? Maalesef yoktur. Farmasonlar da yakın tarihimize damgalarını bastılar. Peki okul ve üniversite kitaplarında onlardan niçin bahsedilmiyor? Bir liseli Türkiye çocuğunun Sultan Beşinci Murad'ın Farmason olduğunu bilmeye hakkı yok mudur?

Müslüman Türkiyelilerin, bir kitabına "Kahr olsun Şeriat!" fasıl başlığını koyan Tekin Alp'i, nâm-ı diğer Moiz Kohen'i tanımaya hakları yok mudur?

Tarihçi Nihal Adsız'ın "Gök Sultan" diye övdüğü Sultan İkinci Abdülhamid Han'ı okul ve üniversite kitaplarında yerin dibine batırıyorlar; onu tahtından indiren İttihad'çıları, Jön Türkleri, cryptoları baş tacı ediyorlar. Otuz üç yıllık saltanatı boyunca devletin, ülkenin bütünlüğünü korumuş, memlekete nice faydalı müessese kazandırmış Türk asıllı ve imanlı bir devlet başkanına olan bu kin nereden geliyor? Onu beğenmeyenlerin, onu alaşağı edenlerin bu halka, bu devlete, bu ülkeye verdikleri zararı biliyoruz. 1909'da Abdülhamid Han'ı tahttan indirdiler, 1911'de Trablusgarb'ı (Libya) ve Oniki adaları İtalya'ya; 1912'de koskoca Rumeli'yi Balkan devletlerine kaptırdılar; 1918'de Mondros'ta teslim bayrağını çektiler ve Alman denizaltıları ile Türkiye'den kaçtılar.

1909 ile 1918 arasında sahte hürriyet kahramanları Osmanlı ülkesini, devletini, halkını batırdılar, bitirdiler, mahv ettiler. Vatan sathını darağaçları ile doldurdular, gazetecileri sokak ortasında katl ettiler, savaş yıllarında halkı açlıktan öldürdüler, Sarıkamış'ta yüz bin askerimizi soğuktan dondurdular, vagon ve bulgur ticaretleriyle efsanevî haram ve kara servetler elde ettiler, on yıl boyunca "Hürriyet, adalet, müsavat, uhuvvet" bağırtıları ve böğürtüleri içinde korkunç bir devlet ve parti terörü icra ettiler. Onlar kahraman oldu, zavallı Sultan Abdülhamid kızıl sultan ve hain oldu. En büyük suçu neydi? Filistin'i siyonistlere peşkeş çekmemek mi?

---------------------------------------------------------------------

-

EMPERYALİZM ÜZERİNE SÖYLEŞİ

                                                                                            Gazanfer ERYÜKSEL

                                                                                 ADD Antalya Şube Yazmanı

 

Bulanık suda balık avlamak emperyalizmin yöntemlerinden biridir. Bu işi yaparken de sömürgeleştirmeye çalıştığı ülkelerin aydınlarının DNA’larıyla oynayıp kimyalarını bozarak entelleştirir. Onları, kendi ülkesinin insanına, tarihine yabancılaşır. Onları küçük görür ve kendi tarihine oryantalist gözüyle baktırır. Emperyalizm kavramı da sömürgeleştirilmeye çalışılan ülke aydınlarının bazıları tarafından asal anlamından farklılaştırılarak kullanılır. Örneğin, onlara göre Osmanlı da emperyalisttir, Roma İmparatorluğu da… İşte bu kavramı emperyalizmi tarihçi Mehmet Pınar ile enine boyuna konuşmaya çalıştık.

Gazanfer ERYÜKSEL: Sevgili Mehmet Pınar… Çeşitli yazılı ve görsel yayın organlarında hayli rütbeli kişiler, profesör ve doçentler, gazeteci ve yazarlar Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyalist olduğunu söylüyorlar. Buradan başlayalım isterseniz emperyalizmin ne olup ne olmadığına…

Mehmet PINAR: Ortaçağ 375 yılından kavimler göçüyle başladı. 1453 yılında çağa damgasını vuran Bizans İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla sona erdi. Özünde tarihi dönemler, böyle kesin çizgilerle ayrılmazlar. Coğrafyada da dünya üzerinde enine boyuna çizgiler yoktur ama öyle çizgiler vasıtasıyla coğrafi olaylar daha kolay anlatılır. Yukarıda anılan tarihler arasında yaşayan devletler üç aşağı beş yukarı aynı özelliklere sahiptirler. Bu çağı yaşayan devletler, 15. ve 16. yüzyıldan başlayarak (1401- 1500 / 1501- 1600) burjuvazi önderliğinde devrimle ortaçağın güçleri olan senyörler ve kilisenin elinden iktidarın alınması ve burjuvazinin iktidara sahip olmasıyla yıkıldılar. Bu devrimler, 1900 yılına kadar sürdü. Avrupa’da bu devrimler edebiyat, sanat, bilim alanlarında Rönesans, din alanında reformla devam etti. Sanayi devrimi ile burjuvazi iktidarını pekiştirdi.

Osmanlı Devleti, 1299 yılında Ortaçağda kuruldu. Avrupa’nın Rönesans ve reform yaptığı dönemde Osmanlı çok güçlü bir feodal imparatorluktu. Bu nedenle Rönesans ve reform yaşanmadı. Avrupa’da yaşanmasının nedeni ise eski gücünü kaybetmiş yönetimlerdi. Osmanlı Devleti Bizans’a karşı gelip yıktığında Bizans İmparatorluğu son dönemlerini yaşıyordu. Bir fiskeyle yıkılacaktı, bunu da Osmanlı vurdu.

Bu dönemde Rönesans ve reform yapılmadıysa, arkasından da sanayi devrimi yapılmadıysa, güçlenen burjuva sınıfı senyörlerin elinden devleti almadıysa, bu devletin kapitalist olması (Rekabetçi Kapitalizm aşamasına geçmesi) mümkün değildir. Kapitalist olamayan hiçbir devletin emperyalist olması da mümkün değildir. Rekabetçi Kapitalizm çağıyla milletler oluşur. Millet her sınıfın önderliğinde her dönemde olunamaz. Emperyalizm çağında millet olmaya çalışanlar olabilir. Ancak, bu emperyalizmin desteğinde kukla-teneke devletler olarak kurulur.

Gazanfer ERYÜKSEL: Rekabetçi kapitalizm olgusu anladığım kadarıyla tam bir dönemeç oldu söyleşimizde… İsterseniz bu kavramı genişleterek sürdürelim konuşmamızı…

Mehmet PINAR: Emperyalizmi anlayabilmemiz için önce rekabetçi kapitalizmi kavramamız gerekir. 1640 İngiliz Devrimiyle başlayıp 1900 arasında yaşanan dönemin en önemli özelliği burjuva sınıfının ilerici olmasıdır. Bu dönemde devlet, bütün sermaye sahiplerinin elindedir. Bu sınıf bu dönemde bilimin, sanatın, edebiyatın, müziğin, üretimin önünü açarak geliştiren, maddi ve manevi destek veren bir sınıftır. İkinci özelliği meta ihracı yapmasıdır. Burjuvazi, ticaret ve sanayi yanında bilimle, sanatla, matbaayla, keşifle, edebiyatla uğraşan bir sınıftır. Bugünkü anlamıyla tekel sahibi değildir. “Serbest rekabetin” egemen olduğu bir ekonomi hâkimdir. Sanayi sermayesi belirleyicidir. Bankalar aracı rolündedir. Atıl sermayeyi toplayarak (yastık altı tasarrufları) sisteme katar ve kâr sağlayarak burjuvazinin kullanımına sunar.

Emek, pazarda özgürce alınıp satılan bir meta haline gelmiştir. Şiddet ve egemenlik esas değildir. Bu dönemde sermaye esas olarak tarım alanlarına yönelmiştir. Çünkü gelişen sanayisine ham madde aramaktadır. Aynı zamanda ürettiği ürüne de pazar aramaktadır. Avrupa devletleri bu dönemde çağdaştır. Eşitlik-özgürlük-kardeşlik-cumhuriyet-anayasa kavramları ilerici ve devrimci anlamda kullanılmaktadır. Mustafa Kemal’in çağdaş Avrupa (muasır medeniyetler seviyesi) diyerek örnek aldığı bu dönemdir.

 

Gazanfer ERYÜKSEL: Rekabetçi kapitalizm böyle ise sistem emperyalist aşamaya ne zaman ve nasıl geçti?

Mehmet PINAR: 1878 yılında başlayan tekelleşme süreci gelişme evresine tamamlayarak 1900 yılında emperyalist aşamaya geçmiştir. İçinde bulunduğumuz çağ emperyalizm çağıdır. Bu dönemde, dünya “ezilen uluslar” ve “ezen uluslar” (emperyalist devletlerle sömürge, yarı sömürge- yarı feodal devletler) olarak iki kampa ayrılmıştır. Emperyalist devlet aygıtı, o ülkede bulunan en büyük tekellerin eline geçer. Emperyalizm çürüyen kapitalimin en son aşamasıdır. Bu dönemi örgütleyen burjuva sınıfı, ilerici özelliğini kaybederek gericileşmiştir. Kapitalizm de ilerici ve devrimci özelliklerini kaybetmiştir. Burjuvazi tekel sahibi olmuş, meta ihracının yanında sermaye ihracı belirleyicidir.

Mali sermaye sanayi sermayesinin banka sermayesi ile iç içe geçtiği bir yapıdır. Bankalar, öncelikle halkın tasarruflarını toplayıp sistemin kullanımına veren durumdan uzaklaşmıştır. Mali sermeye tekellerin kullandığı şiddeti de kullanan sermaye haline dönüşmüştür.

Sermayenin farklı dalları hammadde üretimi, yarı mamul üretimi, üretimin aşamaları, pazarlama ve finans sektörü (bankalar ve borsa) tek elde toplanarak her yerde kendine yol açmakta rakiplerini mütevazı bir bedelle satın almaktan Amerikan usulü dinamit kullanmaya kadar her türlü yönteme başvurur. En kalifiye emeği, en iyi mühendisleri eli altında bulundurarak üretimi toplumsallaştırır ama mülk edinmeyi özel kılar. Serbest rekabetin yanında şiddeti en acımasız şekilde kullanır. Tarım bölgelerinin yanında sanayide gelişmiş ülkeleri de yutmaya çalışır. Emperyalist devletlerin en önemli özelliği eşitsiz gelişmesidir. Sıçramalı gelişme yasası… Gelişmede öne geçen emperyalist, diğer emperyalistler için de tehdit unsurudur.

En büyük tekellerce dünyanın toprak bakımından bölüşülmesi rekabetçi kapitalizm aşamasında tamamlanmıştır. Emperyalizm aşamasında yeniden paylaşılması için savaşın dışında bir yöntem yoktur. 1. ve 2. Dünya Savaşları bunun için çıkmıştır. Kapitalizm eski evrelerindeki sömürge politikası ile mali sermayenin sömürge politikasından temel ayrılıklar gösterir. Mali sermaye özgürlük değil egemenlik ister. Gelişmiş kapitalist ülkeler, iç savaştan kaçınmak istiyorsa emperyalist olmak zorundadır. Emperyalizm kişilerin belirlediği bir politika değildir. Zorunlu başvurulan bir yöntemdir.

Kapitalistler dünyayı paylaşıyorlar. Bunu kendilerinde bulunan hain duygularından dolayı değil ulaştıkları yoğunlaşma düzeyi, kâr sağlamak için kendilerini bu yola başvurmak zorunda bıraktığından yapıyorlar. Ve dünyayı mevcut sermayeleri ve güçleri oranında paylaşıyorlar.

Gazanfer ERYÜKSEL: Emperyalizmin gittiği yere demokrasi, özgürlük götürebileceğini, bu anlamda AB’ye girersek Avrupa’daki özgürlüklerin bizde de olacağı bizim de gelişip çağdaş dünyada yerimizi alacağımız söyleniyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Mehmet PINAR: Emperyalizmi doğru kavrayamayan Dönek Kautsky, “Sermaye enternasyonalizasyonunun (küreselleşme M.P) en belirgin ifadesi olan uluslararası kartellerin kapitalist rejim içinde yaşayan halklar arasında barış umudunu doğurduğu” kanısındaydı.

Burjuva reformistleri, özellikle günümüzde Kautskyciler hammaddelerin paha ve tehlikeli bir sömürge politikası olmadan da serbest pazardan sağlanabileceğini, hammadde arzının genel olarak tarım koşullarında yapılacak basit bir iyileştirme işlemi ile artırılabileceğini ileri sürerek bu gerçeklerin önemini ve tekelleri görmezden gelmektedirler.

Tröstler sömürgeler fethetmek dururken yığınların durumuyla uğraşmazlar. Bizim gibi ülkelerde en gerici sınıf olan toprak ağalarıyla bağ kurarak onları koruyarak varlığını devam ettirirler. Yani ABD, Irak’a gidip demokrasi götürmez. Eğer oranın yönetimi ile işlemlerini yürütemiyorsa orayı zor kullanarak parçalar, etnik milliyetlerine böler, kan ve zulüm getirir.

Emperyalizmi bir ilhak eylemi olarak görmek doğru ama eksik bir bakış açısıdır. Genellikle şiddet ve gericilik eğilimidir. Bugün gericilik ABD ve AB emperyalistleri ile bağ kurmaktır.

Emperyalizmi, ekonominin evresi ya da aşaması değil, mali sermayenin yeğlediği bir politika olarak görüp emperyalizmi rekabetçi kapitalizmle eş tutmak yanlışların en büyüğüdür. Kautsky, “Emperyalizm çağdaş kapitalizm değildir, yalnızca onun politikalarından biridir” der. Yine Kautsky, “Kapitalizmin kartellerce izlenen politikanın dış politika alanına taşacağı yeni bir evre, bir ultra-emperyalizm evresi olanaksız değildi” der. Bu tanım bugün küresel emperyalizm teorisi olarak işlenmekte “ultra” kelimesi yerine “küresel” sözü kullanılmaktadır. Bu tanımı kullananlar, çağımız emperyalizmini emperyalizmden sonra gelen yeni bir evre olarak tanımlamaktadırlar. Hâlbuki bu tanım, 1912’den beri bir diğer Dönek Kautsky’den beri kullanılmaktadır. Çağımız hâlâ emperyalizm çağıdır, bu çağ bitmeden, emperyalizm yıkılmadan yapılacak her tanım aldatmacadan ibarettir. Bu çağ yıkıldığında gelecek olan çağa “komünizm çağı” denir ki bu evre şu an için uzak görünmektedir. Emperyalizm çağı; rantiye sınıfının, yani kestikleri kuponlarla yaşayanların, herhangi bir işletmenin çalışmasına katılmayanların, meslekleri işsizlik olan insanların olağanüstü çoğaldığı bir çağdır. Emperyalizmin ekonomik temellerinden biri olan sermaye ihracı, rantiye tabakasının üretimden kopuşunu da artırmıştır.

Gazanfer ERYÜKSEL: Sevgili Mehmet Pınar, bir söyleşinin daha sonuna geldik. Son söz olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Mehmet PINAR: Osmanlı Devleti, rekabetçi kapitalizm çağına burjuvazi önderliğinde devrimle geçemediği için emperyalist olamamıştır. Dünyada rekabetçi kapitalizm çağını yaşamayan hiçbir ülke emperyalist olamaz. Bu bağlamda Osmanlı Devleti’ne “emperyalist” diyenler tarihçidir, ama gerici, yobaz bir tarihçidir. Sebebi, tekelci burjuvazinin çıkarlarını savunan tarihçiler Osmanlı’nın ve hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin emperyalist olduğunu söylemekle görevlendirilmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin emperyalist olmadığını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal önderliğinde devrimle kurulduğunu söyleyenler ise devrimci tarihçilerdir. Avrupa Birliği’ne üye devletler emperyalist devletlerdir. Teknolojileri ileri ama kendilerinde gerici yönetimler hâkimdir. Teknolojisini alabiliriz, ama yönetim anlayışlarını yaptıklarını, gerici olduğu için, çağdaş olmadığı için örnek alamayız.