ALÇAKLIĞI AĞZINA ALAN NAYLON ETNİK KÖKENLİLER!

 

Alçak, namussuz, şerefsiz sözlerini, kim, neden der!

Son günlerde Türkiye’de insanlara bir hal oldu. Kestirmeden kullanılan sözcükler karşıt ya da yandaş kesimlerce rahatlıkla kullanılır oldu.

Cemil Çiçek’in kızı ve damadına ilişkin ihale iddiası üzerine verdiği cevap, yolsuzluk iddiaları üzerine açıklama yapan siyasetçiler, belediye başkanlarının verdiği cevaplar hep aynı. Ne diyorlar; İspatlamazsan şerefsizsin.

 

Bakın; Bu sözcükleri hemen her ortamda iftiraya uğrayan haksız ithamlara maruz kalanlar söyler, söylüyor.. Daha sonra konu ispatlamayan diye başlayan cümle devam eder. Konu yargıya intikal eder.

Öylece kükreyen sesler belki yandaşlarda rahatlama meydan getirir, kamuoyunun gazı alınır ama gerçekler ortaya çıktıkça sinir katsayısı artar. Sözler önemli değildir. Başka konular gündeme taşınır. Yine aynı teraneler söylenmeye devam eder, gider. Destekleyenler gerçeklerden uzak olunca karşı tarafın her açıklamasına şüpheyle bakınca kimin namuslu kimin alçak şerefsiz olduğu belirsizleşir.

Peki ama devlet adamları, akademisyenler, bunları söylerse ne olur?

 

Prof. Yusuf Halaçoğlu 'İspat edemezsen şerefsizsin' diyor. Kime söylüyor? Prof. Halil Berktay’a. Ve Halaçoğlu diyor ki ben Türk Milliyetçisiyim sen Rum milliyetçisi..

Türkiye’deki iki Prof. unvanlı kişi.  Böyle bir şey Yunanistan’da olabilir mi?

Peki daha önce Kürt Açılımı sonra demokratik açılımın ABD’nin talebi üzerine yapıldığı iddialarına Recep Erdoğan ne demişti; Kürt açılımına Amerikan Projesi diyenler bunu ispatlayamazlarsa alçaktırlar namussuzdurlar.

Oysa; Amerikalılar bu projeyi rapor halinde ABD Kongresi'ne resmen sunmuşlar. Hem de saklı gizli değil, açık açık. Sunum tarihi 15 Ekim 2007. Raporun adı: PKK'nın silahsızlandırılması, dağıtılması ve toplumla yeniden kaynaştırılması. Raporu derleyen kurum: Amerikan Dış Siyaseti Ulusal Komitesi. Derleyen kişi: David Phillips.

 

Bu raporda özet olarak Türkiye Hükümetinin şunları yapması isteniyor:

-301. maddede Türklüğe hakaretin suç olmaktan çıkarılması

-Kamuya ait bir TV kanalının Kürtçe yayın yapması

-DTP'nin muhatap alınması

-Türk ordusunun demokratik hale getirilmesi. Ordunun PKK ile mücadele ederken insan haklarına saygı göstermesi, karanlık güçleri kullanarak suikastler yapmaması

-"Topluma kazandırma" adıyla genel af çıkarılması

-Kuzey Irak'taki 134 PKK üst yöneticisinin mülteci olarak üçüncü bir ülkeye gönderilmesi

 

Yine aynı kişi, bu defa da Haziran 2009 tarihinde ABD Atlantik Konseyi tarafından yayımlanan bir rapor daha yazdı. Bu raporun adı: Türkler ve Irak Kürtleri arasında güven inşası.

Kürt açılımının bir ABD projesi olduğunu kanıtlayan bu raporun basında yayımlanması üzerine, raporu derleyen David Filips bir açıklama yapıyor. Hürriyet'e gönderdiği mektupta şöyle diyor:

"Başbakan Erdoğan'ın kararı tamamen kendisine aittir. Benim tavsiyemi almaz. Başbakan Erdoğan'ın düşüncesi tamamen Türkiye'nin ulusal çıkarları üzerine kuruludur"

"Türkiye'nin güvenlik kurumlarının da desteğiyle Ak Parti Kürt meselesinde tarihi atılıma ilerliyor."

"Bu, köktenci bir değişimden daha fazlasıdır. Bu, Türkiye'yi daha güvenli, daha özgür ve Batı kurumları ile entegre edecek derin bir sistem değişikliğidir."

 

Bu açıklama, olayı artık bir komedi haline dönüştürmüştür.

Hiç kimsenin bilmediği Kürt açılımının içeriğini ABD’liler nasıl bilmektedir?

Geri kalan kısmının da Kürt açılımı adı altında yerine getirilmeye çalışıldığı bellidir ki Amerikalılardan bu kadar destek görmektedir.

Anlaşılan; alçaklar, namussuzlar, şerefsizler sözü ülke genelinde kullanılmaya devam edecek.

Günün Sözü: Planını yapamadığın iş, yapanın amacına hizmet eder.

Yeni yetkili ve etkili insan tipi!

Hiç dikkat ettiniz mi uzun zamandır tüm TV kanallarında yerli dizi kahramanları hep kirli sakallı, siyah ceketli, elbette ki kravatsız, külhanbeyi, kırık denilen tipler.

 

Ortak özellikleri, mahalle delikanlısı, okul yüzü görmemiş, özellikle sokaktan gelme, halk adamı ayağında tipler.

Konularda genellikle mafya içerikli, çek senet mafyası, otomobil galericisinden tutunda tekstilci tiplere kadar. Rant olan her konuda haraçcı dediğimiz mafyavari tipler türemiş. Çevrede de bir sürü bozuk  şiveyle konuşan avane.

Neredeyse normal konuşan kalmamış. Seyreden de zanneder ki bu memlekette herkesin elinde bir silah kafasına göre hak hukuk peşinde. İstisnasız hepsi aynı!

Eğlence programlarına bakıyorsunuz, normalde Türkçe konuşabildiği halde şiveli konuşmaya çalışan bir sürü sanatçı bozuntusu. 

Çıkmış bir sanatçı! Maço tavırlarıyla her konuda ahkam kesiyor, millete ahlak dersi veriyor.

Bir gün ağlıyor öbür gün aslanlar gibi kükrüyor. Nasılsa meydan boş. Belli kesimlerde bunları sempatik buluyor. Şarkıların hepsini belden aşağı ve bozuk ağzıyla söylemek marifet olmuş. Harbi adam diyorlar. Duyarlılıklarda ciddi düşüşler var.

 

Bu maço ahlaksızlar, her hafta arzı-endam eden sanatçılar gençliğe model teşkil ediyormuş, kimin umurunda, vur patlasın çal oynasın.

Cahil cesareti desen değil, beyinlerimizi iğfal ediyor bu yoz kalabalık. Nedir bunların ortak özellikleri denilince akla gelen nedir?

Okudukta ne oldu diyor herkes. Okumuş kültürlü insanların hepsi depresyonda ya da yaşama kırgın. Parasının kaynağı bilinmeyen biri gelmiş fabrikayı satın almış, işçisine de, mühendisine de tüm kompleksliliğiyle davranıyor. İnsanlarda üç kuruşluk ekmek derdinde hakaretleri sineye çekmekte.

Devlet daireleri ise bir rant kapısı, para musluklarının her birinin başına bu tiplerden üç beş tane yerleştirilmiş ve elbette ki tepe bürokratların çoğu bunlardan. Aç bir müdürün kapısını bir kelime sor, şivesinden nereli olduğunu hemen anlarsın. Nerede çalışmadan etmeden milleti süründürecek bir ortam var, bunlardan bir tanesi muhakkak oradadır.

 

Sanki özellikle seçilmişler. Bir okulda bakıyorsun yüzlerce öğretmen var ama seçmece belli tiptir müdür. Neden böyledir bilen yok.

Okumuşunun da okumamışının da anladığı tek dil güç ve paranın dilidir.

Sokakların tamamı istila edilmiştir. Büfecisi, dilencisi, otoparkçısı, simitçisi, seyyar satıcısı, minibüsçüsü, uyuşturucu satıcısı, pornocusu ne istersen nerede kanunsuz iş var bunlar orada. Başkasını yaşatmazlar da. Öyle ki deniz görmemiş adam midye satıcısı olmuş. Yerli esnaf sürekli şantaj, haraç, taciz baskısı altında. Rant getiren yerler bir bir bunların eline geçiyor. Bakıyorsun adam kalkmış gelmiş, fabrikaları ucuza kapatıyor, hanlar alıyor, otobüsler, yüzlerce daire alıyor.

 

Belediyelerle dirsek temasına geçmişler, siyasi baskılarla olmadı kaba güçle herkesin yolunu kesmeye çalışıyorlar. Buraları da ele geçirmek yeni hedefleri. Birbirlerini her ortamda kollarlar, zorunda kalmadıkça kendilerinden olmayanla alışveriş yapmazlar. Yapsalar da ödeme almak neredeyse imkansızdır. Parayı peşin alamadınsa, git gel.

Nereden buldun yasası yürürlüğe konup uygulanmaya kalkılsa biri bile ayakta kalamaz.

Şimdi yeni amaçları da kendi burjuvazilerini yaratmak, medya, eğitim kurumları, belediyeler, bankalar, bürokrasinin tepeleri hedefleri. TBMM’yi ele geçirmiş durumdalar ve bu gücü belli yerlere adamlarını yerleştirmek için alabildiğine kullanıyorlar.

 

Kardeşlik ayakları, biz hepimiz bu vatanın evlatlarıyız diyerek herkesi psikolojik baskı ile sürekli eylemsizlik durumunda tutuyorlar.

Dikkat edin; kardeşlik ya da bölünme illüzyonu altında toplumun sermaye ve bürokrasi yapısı belli kesimlerin eline geçiyor.

Türkiye’nin nereye sürüklendiğini hala görmüyor muyuz?

Günün sözü: Bir Miletli yıkmak isteyenlerin ilk amacı dili bozmaktır.

Bu arada

Ülke ekonomisine genel bir bakış!

Açılımlar,mektuplar belgeler derken ekonomik durum gözlerden uzak tutuluyor. Acaba ülke, ne durumda bakalım:

Borsada yabancı payı yükseldi

Yabancı yatırımcıların İstanbul Menkul Kıymetler Borsasındaki (İMKB) payı, önceki haftaya göre artarak yüzde 66,69’a yükseldi..Merkezi Kayıt Kuruluşu verilerine göre, 25 Eylül 2009 tarihinde yabancıların hisse adedi bakımından borsadaki payı yüzde 53,22 olurken, piyasa değeri açısından payı ise yüzde 66,69 olarak gerçekleşti.Yabancılar, bu tarih itibariyle 14 milyar 34 milyon 15 bin 367 adet hisse ile toplam 75 milyar 394 milyon 172 bin 763 lira tutarında piyasa değerini ellerinde bulundurdu. Yabancıların 18 Eylül 2009 tarihinde İMKB’deki payı yüzde 66,60 seviyesindeydi.

 

Denizli'de bir fabrika daha kapandı

Denizli Basma ve Boya Sanayi (DEBA) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Berrin Sivri, 36 yıllık kesintisiz çalışan fabrikalarında makineleri durduklarını ve kapıya kilit vurduklarını söylüyor.. Sivri diyor ki; 2007 yılında bin 700 işçisi bulunan ve 56 milyon dolar ihracat yapan fabrikamız, ekonomik krizle beraber, sendika ve iyi niyetimizin kurbanı oldu. Bin 700 kişilik bir köyü sel aldı götürdü. Krizde ayakta kalmak için çok uğraştık ancak olmadı. 36 yıl kesintisiz çalışan fabrikada kapıya hep birlikte kilidi vurduk...

 

Adım adım açlığa doğru

Türk-İş araştırmasına göre yoksulluk sınırı geçen ay daha da artıyor. Eylülde dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması zorunlu gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) önceki aya göre yüzde 1,32 oranında artarak 749,81 TL’ye çıkmış.

 

Gıda ile birlikte yapılması zorunlu olan kira, yakacak, elektrik, su gibi konut, ulaşım, giyim, sağlık, eğitim gibi harcamalar da dikkate alındığında “insan onuruna yaraşır bir yaşama düzeyi sağlamak için yapılması gereken harcama tutarının (yoksulluk sınırı) bir önceki aya göre 29 TL yükselerek 2 bin 442,39 TL olarak hesaplanıyor.

 

Ekonomik kriz nedeniyle yaygınlaşan işsizlik, enflasyonun da altında kalan ücret-maaş artışları nedeniyle elde edilen toplam gelir yetersiz kalmaktadır. TÜİK’in hane halkı tüketim anketi sonucuna göre, özellikle en düşük gelirli kesimler, yaşanan geçim sıkıntısı ve artan fiyatlar karşısında ’boğazlarından kısarak’ tasarruf yapmak durumunda kalıyor. Elde edilen gelirin yetersiz ve çoğunlukla birden çok hane halkı bireyinin tek gelir kaynağı olması yoksulluk sorununu yakıcı hale getiriyor.

 

Kuşkusuz; ülkede uygulanmakta olan IMF-Dünya Bankası patentli ekonomik politikaların yoksulluğun artmasında önemli etkisi var.

 

Her Türk borçlu doğar!

Bağımsız Eğitimciler Sendikası (BES) tarafından yapılan araştırma AKP hükümetinin Türkiye’nin geleceğini nasıl bir karanlığa ittiğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

 

Cumhuriyetin kuruluşundan AKP’nin iş başına geldiği Kasım 2002’ye kadar Türkiye’nin toplam borcu 220 milyar dolar iken, 2009 Şubat ayı itibariyle toplam borç stokunun 2 kattan daha fazla artarak, 458.6 milyar dolara çıkmış durumda...

 

Özelleştirmeler de yetmedi

Kişi başına düşen 9 bin 825 TL borç, her Türk vatandaşının ve doğan her bebeğin hanesine yazılıyor. 4 kişilik bir ailenin bankalara, eş dosta, esnafa, kredi kartlarına ve çevresine olan şahsi borçları yanı sıra TC vatandaşı olmaktan dolayı kaynaklanan 39 bin 300 TL’lik ayrıca bir borcu bulunuyor. Türk Telekom, Pektim, Bankalar ve devlet arazileri gibi onlarca kamu malının satılması bile AKP’nin devleti fahiş oranlarda borçlandırmasına engel olamamıştır.

 

Cumhuriyet tarihinin en kötüsü

AKP hükümeti, Cumhuriyet tarihinin kendisinden önceki 83 yıllık dönemin tamamından daha fazla borç almış ve Türkiye’yi yedi düvele karşı borçlu hale getirmiştir. Vatandaşı hamasi söylemlerle oyalayarak geleneksel talan ve hortumlama siyasetine devam diyen hükümetlerin aldığı borcu kim ödeyecek? Tabi ki halk. Ama halk farkında mı hayır. Halk nutuklarla afsunlanıyor.

 

Bu borcu kim yaptıysa, kim eşine, çocuğuna, avanesine kaynak akıttıysa onlara ödetmeyi kim, nasıl, ne şekilde, ne zaman yapacak? Bilen var mı?

 

Ülkeyi düzlüğe çıkardıklarını söyleyenlere neden ve niçin inanalım ki!

 

Günün Sözü: Borç yiğidin kamçısı değil, köleleşmesidir.

N.A.

KÖKTÜRKLER