AVRUPALI KATİL VE SOYKIRIMCI HAÇLILARIN ÇOCUKLARIDIR!
HAÇLI KATİL AVRUPALI,NORVEÇ VE İNGİLTEREDEKİ GİBİ ALMANYA HOLANDA FRANSA BELÇİKADA MÜSLÜMANLARA SALDIRACAKTIR.TÜRKLER SERVETLERİNİ TÜRKİYEYE TAŞIMALIDIRLAR!YOKSA MAL VE CANLARINDAN OLACAKLARDIR!
Batı Haçlı kültürünün katliamcı özü
Engizisyon
Hitler
Dinsel akımların en büyük “sapkınlığı” ise özel mülkiyete tavır alıyor olmalarıydı. Bunların tümü İsa’nın yoksul olduğunu, Kilisenin ihanet içinde olduğunu savunuyorlardı. Kilise ve krallar bunlara karşı engizisyonu kurdu. Engizisyonun yaptığı işler yıllar sonra Hitler’in yapacaklarının bir ilk örneğiydi: Muhalifleri, Yahudileri ve işine gelmeyen herkesi işkenceden geçirmek ve yakarak öldürmek… Gelin; farklı olana düşmanlık neymiş Batılılardan öğrenelim. Bizim sömürge aydınlarımız da dinlesin.
“Katliamcı-ırkçı Türk” propagandası
Son günlerin en revaçta olan akımı Türk’e küfretmek… Bilindiği gibi sömürge aydını, ezilen dünyanın neresinde olursa olsun kendi içinden çıktığı ulusa saldırmaktan zevk alır, mutluluk duyar. Kendisinin “onlardan” olmadığını, Batılı olduğunu kanıtlamak için elinden ne geliyorsa yapar. Afrikalı sömürge aydını için aynı ulustan geldiği insanlar “pis zenciler”den başka bir şey değildir. Güney Amerika’nın satılmışları için de And yerlileri “medeniyetsiz Kızılderililer”dir ancak.
Bizim ülkemizin ihanet ideolojisinin taşıyıcıları da bu örneklerden farklı davranmazlar. Batılının ezilen dünyanın uluslarına bakış açısını tek kelimeyle özetleyecek olan ırkçılık, Batının uşaklarının da içine işlemiştir. Onlar da en az efendileri kadar Türk’ten nefret ettiklerini göstermek, Türk’ün ne kadar geri olduğunu kanıtlamak için çırpınıp durmakla ömürlerini geçirirler.
Batılın, Türk’e dayatmak istediği sıfatların başında katliamcılık ve ırkçılık geliyor. Tabi bunun özel bir nedeni var. Bu Batının Wilson prensipleriyle başlayan, etnik sosyolojiyle devam eden stratejisinin bir emri olarak da değerlendirilebilir. Plan parçalamak ve sömürgeleştirmektir. Son dönemlerin Türk düşmanı furyası da bizzat emperyalist odak tarafından planlanan ve uygulatılan bu projenin parçasıdır.
Ermeni soykırımı iddialarıyla başlayan güncel plan, “özür dileme” kampanyasıyla devam etti. Bu kampanyanın yürütücüleri Ermeni iddialarıyla da sınırlı kalmadılar. Her gün gazetelerde Türklerin yaptığı bir başka “soykırımın” hesabının sorulduğunu görmekteyiz! Bir gün Süryaniler, diğer gün Yezidiler… En son olarak da 1938 Dersim İsyanı ve 6-7 Eylül olayları da Türk Milletinin katliamcılığının ve ırkçılığının kanıtı olarak piyasaya sürüldü. Emperyalizmin Türk düşmanı propaganda çarkının dişlileri gene her zamanki isimlerden başkası değil. Bir taraftan Can Dündar gibiler, Türklerin kendinden başka herkese ne kadar düşman olduğunun propagandasını yaparken, Hadi Uluengin ve benzerleri de bizim ne kadar antisemit olduğumuzu anlatıp durdular son bir hafta boyunca.
Batının ırkçılığı Türklere karşı farklı bir düzeyden işliyor. Artık ortada sözgelimi bir Kızılderili ulusu kalmadığı için onların ne kadar katliamcı ya da ırkçı olduğunu kanıtlamanın peşine düşmelerinin anlamı yok. Fiziksel olarak ortadan kaldırdıkları ya da tarihsel varlığını büyük oranda hırpaladıkları ulusların aksine Türk ulusu, Batının karşısında sömürgeciliğin başarısızlığının korkunç bir örneği olarak durmaya devam ediyor. Sömürge aydının yaptığı aşağılık propaganda da tamamen Türk’ün ulusal varlığını ortadan kaldırmaya, Türk ulusunun kendine olan saygısını yok etmeye yönelik özel bir operasyondur. Ancak bu propaganda o kadar aşağılıkça işliyor ki, Batı sömürgeciliğinin iki ana karakteri olan ırkçılık ve katliamcılık da bizim üstümüze atılmaya çalışılıyor.
Avrupa tarihine kısaca bir göz gezdirdiğimizde katliam ve ırkçılığın temel karakter oluşunu çok çaba sarf etmeden tespit etmek mümkündür. Ancak bunun ne kapsamda ve ne derece vahşet boyutlarında olduğunu görmek yine de önemli…
Avrupa’nın kökenleri: Mülkiyet ve katliam
Batıcı sömürge aydınına sorarsanız; Avrupa’nın ruhu hümanizmle yoğrulmuştur. Özellikle Rönesans, Reform ve Aydınlanma hareketleri bizim yaşayamadığımız ama Batının ileriliğinin önemli kilometre taşlarıdır. Batıcı aydın Avrupa’ya baktığında aslında gerçeklerle hiç de ilgisi olmayan böyle bir ideal tablo görür. Ancak biz Avrupa tarihine dönüp baktığımızda bir katliamlar, mezhep savaşları, Haçlı talanları, kölecilik ve Engizisyon ateşi görüyoruz. Batılının Amerika ve Afrika halklarına yaptığı katliamlar daha önceleri de değindiğimiz gerçeklerdir. Kölecilik de genellikle Afrika halklarına uygulanan bir insanlık dışı uygulama olarak karşımıza çıkmıştır. 1492 sonrasında oluşan bu tablonun temel yönlendiricisi Batılı Beyaz Adamın tek değeri olan “altın”dır. “Altın” derken aslında bunun bir sembol olduğunu Batılının “altın” aşkının kökeninde, onun özel mülkiyet sevgisinin yattığını belirtmeliyiz. Dünyanın geri kalan kısmında olmayan özel mülkiyet sistemi ve mülkünü artırma hırsı Avrupalının karakterini oluşturmuştu.
Dünyanın hiçbir yerinde toplumsal bir sistem olarak ortaya çıkmayan kölecilik de Roma döneminden beri Avrupa’nın tarihinin bir parçasıydı. Avrupalının özel mülkiyetçiliği, insanların da mülk haline geldiği bir sistemin varlığına en baştan beri olanak sağlıyordu. Avrupalının özel mülkiyet ve kölecilik anlayışı, ezilen halkların idam fermanı olacaktı. Mülkiyeti artırmak için insanları köleleştirmek ne kadar normalse, Batılı için insanların ellerindekilere el koymak için katliamlar yapmak da o kadar normaldi. Ancak bu katliam kültürünün tek kurbanı ezilen dünya halkları değildi. Batılının tarihi en başından beri yani sömürgeci dönemden de önce bu mülkiyet ve katliam kültürü tarihinden başka bir şey olmadı.
Avrupa köylüleri, Yahudiler, İspanya Müslümanları ve farklı akımlara mensup Hıristiyanlar hep bu kültürün kurbanları oldular…
Haçlılık ve katliam
Roma İmparatorluğu kurulduğunda köleciliği toplumsal sistem olarak geliştiren çok tanrılı bir devletti. Hıristiyanlık ise ilk doğduğu yıllarda bir anlamda Roma’nın bu düzenine karşı belli bir tepkiyi de bünyesinde barındırıyordu. İsa yoksulluğu ve kardeşliği öğütlüyor, ilk takipçileri de bu nedenlerle Roma tarafından yakalanıp işkenceden geçiriliyor ya da katlediliyordu. Ancak kısa zaman içinde Hıristiyanlık Avrupa’da yayıldı ve Roma da Hıristiyan oldu. Böylece Hıristiyanlık da ilk baştaki ilkelerini kağıt üzerinde bırakarak, Avrupa kültürüne eklemlendi. Özellikle İmparator Constantinus’un din değiştirmesi bir dönüm noktasıydı. İmparator yeni dine geçerken Kiliseye 1100 kg. altın ve 5300 kg. gümüş bağışladı! Böylece “yoksul” Hıristiyanlıktan, mülkiyet aşığı Haçlılığa geçişin ilk adımı da atılmış oldu. Bundan sonra gelişen süreçte Hıristiyan olmak önce Roma’ya, ardından gelen feodal dönem boyunca da derebeylerine ve Katolik Kilisesi’ne boyun eğmek demek olacaktı.
İlk başlarda Avrupa’da Hıristiyan olmak yönetici sınıfın bir farklılığıydı. Kilisenin “pagan” olarak adlandırdığı dinlerin ilkel eşitlikçiliği karşısında Hıristiyan olmak derebeyi olmak anlamını taşıyordu. Barbar denilen ilkel sosyalizm aşamasındaki toplumlar bu noktadan sonra eski dinlerine sıkı sıkı sarılacaklardı. Hıristiyan olmak artık toprak kölesi olmak, Kralın ya da feodalin eline düşmek demekti. Bu nedenle Avrupa’nın egemenleri ilk katliamları kendi halkları üzerinde gerçekleştirdiler. Sonraları Amerika, Asya ve Afrika’daki misyonerlik faaliyetinin özü de boyun eğdirmek olacaktı.
Halkı Hıristiyan yapmak için uygulanan metotlar, Haçlılık ve katliamcılığın nasıl beraber geliştiğinin önemli bir göstergesidir. Mesela İmparator Şarlman, Hıristiyan olmak istemeyen halktan 4500 kişinin kafasını bir gecede kestirerek ve din değiştirmeyenlerin öldürülmesini onaylayan yasalar çıkararak Haçlı zihniyetini başlatmıştı. Tabi mesele halkı bir dine değil, boyun eğmeye ikna etmekti…
Batılı feodaller kendi halklarının katledilmesinden zaman buldukça yüzlerini Doğuya çeviriyorlardı. Arapların ve Türklerin geniş topraklarda kurdukları zengin uygarlık bu medeniyetsiz haydutların gözlerini kamaştırıyordu. Haçlı seferleri denilen haydutluk ve talan organizasyonunu örgütleyenler bu katliam üzerine iktidar kuran feodal soylulardı. Haçlılar uzun yıllar Doğu halklarını katletmek, bu toplumların zenginliklerine el koymak ve boyun eğdirmek için seferlerini sürdürdü. Ancak bu seferlerin bazı yönleri pek bilinmez. Bir Haçlı seferi 1147’de Doğuya değil Kuzeye yönelik örgütlenmiştir. Amaç Hıristiyan olmayı, daha doğrusu boyunduruk altına girmeyi kabul etmeyen Baltık halklarını Hıristiyan yapmaktır. Doğu karşısında ezilen Haçlılar bu halklar karşısında başarılı olur. Baltık bölgesi zorla Hıristiyanlaştırılır ve halkı katledilir, kalanlarsa toprak köleliğini kabul eder. IV. Haçlı Seferi olarak bilinenindeyse hedef “Kudüs’ün kâfirlerden kurtarılması” olarak açıklanır ama Haçlıların gizli hedefi Bizans’tır. 1204 yılında Hıristiyan Bizans, kapılarını Haçlılara açar ancak halk katledilir. Bizans yağmalanır. Haçlılar hedeflerine ulaşmışlardır…
Haçlı katliamcılığının ve yağmacılığının tek hedefi görüldüğü gibi, Müslümanlar ya da paganlar değildir. Bu ruh sık sık kendi “Hıristiyan kardeşlerine” ve başka Avrupalılara karşı da harekete geçer.
Köylülere ve “sapkınlar”a karşı Engizisyon
Avrupa’nın kendi içinde bu katliam kültüründen en çok nasibini alanlar köylüler ve heretik (sapkın) olarak adlandırılan farklı Hıristiyanlık anlayışlarının mensupları olacaktır. Sapkın olarak adlandırılan akımların temel özelliği feodal sömürüye maruz kalan köylülerin ideolojisi olarak ortaya çıkmalarıydı. Bu tip bir akımın ortaya çıkışı genellikle geniş çaplı bir köylü ayaklanmasının patlak vermesiyle beraber oluyordu. Avrupa egemenlerinin, kralların ve papaların bunlara karşılığı ise gene katliamdı. Katliamı kralların ve feodallerin askerleri gerçekleştiriyor, Papa-kilise ikilisi de işin onaylanmasına bakıyorlardı.
Bu dinsel akımların en büyük “sapkınlığı” ise özel mülkiyete tavır alıyor olmalarıydı. Bunların tümü İsa’nın yoksul olduğunu, Kilisenin ihanet içinde olduğunu savunuyorlardı. Kilise ve krallar bunlara karşı engizisyonu kurdu. Engizisyonun yaptığı işler yıllar sonra Hitler’in yapacaklarının bir ilk örneğiydi: Muhalifleri, Yahudileri ve işine gelmeyen herkesi işkenceden geçirmek ve yakarak öldürmek…
Gelin; farklı olana düşmanlık neymiş Batılılardan öğrenelim. Bizim sömürge aydınlarımız da dinlesin:
Ramirdus bir din bilginiydi. Kutsal değerlerin satılmasına ve Kilisenin sömürüye katılmasına karşı çıktığı için 1077’de Engizisyon tarfından yakıldı. Fransiskenler adı verilen Hıristiyan tarikatının üyeleri benzer nedenlerle Engizisyonun işkencesine maruz kaldı, liderlerinden Gehrard ve yandaşları ölümlerine kadar toplama kampı koşullarında, sadece ekmek ve su ile yaşamaya mahkum edildi. Binyılcılar olarak adlandırılan, özel mülkiyeti günah sayan Papaz Dolcino ve yandaşları kazığa bağlanarak halkın önünde yakıldı. Katarlar mezhebi ise feodal vergilerin kaldırıldığı, derebeylerinin sürüldüğü bir düzeni kısa bir süre için Güney Fransa’daki Albi’de kurdular ancak engizisyoncular liderlerini yaktığı gibi, Albi’nin tüm halkını da kadınlar, çocuklar ve yaşlılar da dahil olmak üzere kılıçtan geçirdi.
Ancak katliamcı Avrupa bunlarla da hızını alamadı. Sırf Cüzam Hastanelerinin mülküne el koyabilmek için Kilisenin öncülüğünde Cüzam hastaları, hastalığı bilerek yaymakla suçlanarak topluca katledildi! 16. ve 17. yüzyıllar boyunca en az 200 bin kişinin büyü yapmakla suçlanarak katledildiği biliniyor. İş o derece bir çılgınlığa dönüşmüştü ki, Avrupa’da günde ortalama iki yaşlı kadın “cadı olduğu gerekçesiyle” yakılıyordu. Bugün bile “cadı avı” olarak siyasi bir deyim olarak kullanılan sözün kaynağında da yine Batının katliamcılığını bulmak pek de şaşırtıcı değil aslında…
Tüm bunların dışında Katolikler ve Protestanlar arasında geçen kavgalarda bazen bir gecede binlerce Protestanın öldürülmesi de gene tarihin yazdığı gerçeklerdir. Ancak aynı Katolik ve Protestanlar, köylüler katledilirken bir araya gelmekten çekinmiyorlardı. Almanya’daki büyük köylü ayaklanmalarının katliamla bastırılmasının onayını verenler Luther gibi Protestan önderler olmuştu. Birbirlerini katledenler mülkiyet fikrine zarar gelmesi durumunda birleşmekten de geri kalmıyorlardı. Köylü liderlerini Fransa’da yakanlar da gene Kalvenci Protestanlardan başkası olmayacaktı. Sömürge aydınının çok beğendiği dinde reform hareketi katliam alışkanlığını değiştirmemişti.
Yahudi düşmanlığının kaynağı: Batı
Yahudiler ise 11. yüzyıla kadar Avrupa’da sorunsuz yaşamayı başarmışlardı. Ancak Batının ırkçılığı ve katliamcılığı onları da es geçmedi. Engizisyonla beraber 1215’te İspanya’da halkın kalan kesimlerinden farklı giyinmeleri ve ayırt edici işaretler taşımaları Yahudilere zorla kabul ettirildi. I. Haçlı seferinin hemen öncesinde ve sefer sırasında Haçlılar, Yahudileri katlettiler ve mallarını yağmaladılar. Engizisyon, “sapkınlar”ın yanında Yahudileri yakmayı da alışkanlık edinmişti. “Şişman Yahudilerin” yakılırken bedenlerinin patlamasını keyifle anlatan Hıristiyan din adamlarının anıları hala ulaşılabilir belgelerdir. İspanya’dan sürülen Yahudilerin on binlercesinin öldürülmesi de bilinen gerçeklerdir. Yahudi düşmanlığını Hitler’in bir sapkınlığı olarak göstererek kendini aklamaya çalışan Batı burada da çöker. Yahudi düşmanlığı onların kanına işlemiştir ve bu düşmanlığı yakarak öldürme yöntemine varana kadar yüzyıllardır uygulamışlardır.
Yahudiler din değiştirerek de kendilerini Avrupalılardan kurtaramamışlardır. Din değiştirenlerin soy ağaçlarını tutmak için İspanya krallığı özel memurlar atamıştır ve zaman zaman bunlar da “kripto Yahudi” olmak suçundan katledilmişlerdir. Yani; her taşın altında gizli Yahudi arama paranoyası da Batının bir icadıdır, Türkiye’de ulusalcılık adına saçmalayan, küçük ama kafa bulandıran çevrelerin değil!
Katliam kültürü mülkiyet kültürüdür
Batı tabi ki esas canavar yüzünü ezilen uluslar karşısında gösterdi. Güney Amerika halkının önemli bir kısmı, Kuzey Amerika yerlilerininse neredeyse tümü Batılının sömürgeci saldırısında katledildi. Afrika halkları köleleştirildi, kıtada kalanlar soykırımlara tabi tutuldu. Sırf 20. yüzyıl içinde bile Cezayir, Vietnam gibi ülkelerde yapılan katliamlar çok şey anlatır. Irak ve Filistin’de ise katliam hala sürüyor. Kendi içinde bile bu kadar gaddar olan Batının diğerlerine neler yapabileceğini yüz yıllardır yeniden kanıtlıyorlar.
Bugün Batı; hem geçmişinde hem bugününde, hem kendi içinde hem de dışında uyguladığı ırkçılığı ve yaptığı katliamları Doğuya ve Türklere mal etmek istiyor. Ancak açıktır ki, katliam ve ırkçılık özel mülkiyete dayanan Batı toplumlarının karakteridir.
Doğuda da savaşlar, isyanlar, idamlar oldu ama Batının sistematik katliamcılığı, Haçlılığı Doğuda yaşanmadı. Emperyalizm ve sömürgecilik Batının katliam ve özel mülkiyet ruhunun tüm dünyaya ihracından başka bir şey değildi bir bakıma. Doğu ve Batının karşıtlığı laftan ibaret bir karşıtlık değildir. Bu toplumsallıkla özel mülkiyetin kutsanmasının, merkezi devletin gelişmiş sistemiyle feodalizmin ilkel vahşetinin, direnişçilikle Haçlılığın ve emperyalizmin karşıtlığıdır. Katliamcı özel mülkiyetini artırmak için öldürür. Öldürdüğünün insan olmadığını kendisine kanıtlamak için ırkçıdır. Karşısındaki insan değildir. İnsansa bile aşağı ırktandır. Ona acımaya gerek yoktur. Avrupalı kendi içinde bunu uygulamaktan kaçınmadığı gibi ezilen uluslara daha da rahatlıkla uygulamıştır.
Kısacası hastalığın kökeninde mülkiyet var. Katliam ve ırkçılık mülkiyetin türevleridir. Batılı bu hastalığını kendisi yenemeyeceği için gene de Doğuluya, Türk’e muhtaçtır.
Alıntı:TÜRKSOLU