BATI TRAKYA VE YUNANİSTAN DOSYASI

BUGÜN YERYÜZÜNDE GERÇEKTE YUNAN ,RUM VE HELEN DENİLEN BİR MİLLET YOKTUR

 

Serhaturko

Köktürkler Platformu-Antalya

BUGÜN DÜNYADA YAŞAYAN TARİHİN UYGAR YUNAN ,RUM VEYA HELEN OLARAK ADLANDIRDIĞI BİR MİLLETİN ETNİK İZİ ARTIK KALMAMIŞTIR......!!!!

Tarihsel sürece baktığımızda Yunanistan adı verilen Doğuda Ege denizi ve adaları,batıda korint denizi,kuzeyde ise Arnavutluk,Makedonya,Bulgaristan ve Türkiye ile sınırları olan yaramada ülkesinde, Prehistorik dönemlerin ardından M.Ö.Dörtbinlerden itibaren Anadolu üstünden gelen Akalar,Dorlar ve Mikenler tarafından ilk yerleşim yerlerinin kurulduğu görülmektedir.DTV -Atlasta ve Batılı tarihi eserlerde görülEceği gibi ilk uygarlık , bu yarımada üzerinde değil ünlü knossos saraylarıyla tanınan Girit’te kurulmuştur.Ana yarımada üzerinde bir türlü kurulamayan ve oturamayan sivilizasyon uygarlığı yerine barbarizm hakim olmuş ve site derebeylerinin çıkar çatışmaları ve talan savaşları yaşanmıştır.Bunların en önemlisi Truva üzerine yaptıkları ünlü mitolojik Truva kuşatması ve Truva şehrini talan etmenin dışında hiçbir kazanımlarının olmadığı savaştır.Bu savaşta Anadolu’daki tüm Protoetrüsk devletleri birleşerek Helenlere karşı koymuşlardır.

 

Yunanistan yani Hellas denilen anakara barbarlık içinde ve mağaralarda yaşarken,Anadolu’daki Lidya,Likya,Mysiya,Frigya,Kapadokya,Pamfilya ,Galatya gibi protoetrüsk devletleri uygar bir yaşam içinde ilim ve bilimle uğraşıp muhteşem kentler kuruyorlardı.Miletli Hippodamos ilk şehir mimarisinde ızgara planı bulmuş,Apollonius geometride,Strabon coğrafyada,Herodot ve niceleri sosyal bilimlerde araştırmalar yapıyorlardı.Bu arada M.Ö 5.yy.da Lidya’nın başkenti Sardes’e (Salihli)ye gelen tüccar Solon buradaki felsefe ve hukuk okulunda iki yıl eğitim alarak Atina’ya gidiyor ve öğrendiklerini Solon kanunları adı altında tarihe mal ediyordu.Yani Helenler tüm pozitif ve sosyal bilimler ile ünlü Yunan mitoloji diye anılan inanç sistemlerini ve Tanrı adları dahil her türlü kültürel inançsal-tiyatral aktiviteyi Anadolu’dan çalıyor ve kendilerininmişçesine satıyorlardı.Becerdikleri tek şey Anadolu’nun matriyakel-Anatanrıça inancındaki Anadolu inancındaki Kybele’nin karşısına Patriyarkel-Babaerkil inancındaki Zeusu çıkarmaktan başka bir şey değildir.

Bu kopyacı sahtekar Helenler işte tüm dünyaya ingilizler tarafından yutturulan ve bugün okullarda okutulan Çarpıtılmış Dünya Tarihi içinde lanse edip yutturulan ünlü Helen Uygarlığını yaratanlardır!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Bir müddet Anadolu’dan kopya çekmeye devam eden Helenlerin başı batıya doğru genişleyen Perslerle derde girer.Anadolu’daki devletler bağımsızlıklarını ve kültürlerin korudukları sürece Perslere pek karşı çıkmazlar.Hatta Halikarnaslı(Bodrumlu) Artemisa gibi Karyalı kadın kraliçeler pers donanmaları ile birlikte bu Helenlere karşı savaşırlar.Helenler ancak birkaç kıyı şehrine yerleştirdikleri Helen tüccarlardan güç almaktadırlar.Bu arada Batı Anadolu’daki İonalar,Pers dilinde Yunanlar olarak telaffuz edilmekte olup YUNAN ADI YANLIŞ BİR BETİMLEMEDİR VE ACİL OLARAK DEĞİŞTİRİLMELİDİR.ÇÜNKÜ YUNAN ADI BATI ANADOLUDAKİ PROTOETRÜSK KAVİMLERDEN İONLARIN PERSCESİDİR.HELENLERLE HİÇBİR ALAKASI YOKTUR.

Bu nedenle bizim de dilimizde ve literatürümüzde acilen bir değişikliğe giderek, Bugün Yunanistan’da yaşayan Slav çingenelerini ne Yunan ne de Helen olarak adlandırmayalım.

Bu Helenler Perslerle bir türlü baş edemezler.Sonunda M.Ö.480 yılında Xerxes komutasındaki Persler, Thermopylae adı verilen bir geçit önünde Yunanlıları bozguna uğratır ve buradan geçerek Teselya, Atina,Sparta ve Mora’daki tüm Helen kentlerini ele geçirirler ve Bir avuç sayıdaki Helenleri kesip ,yakıp yok ederek tarih sahnesinden silerler.Aynı dönemlerde Anadolu’nun insan nüfusunun 1 milyon civarında olduğu tahmin edildiğine göre,bu site-polis şehir devletlerindeki Helenlerin sayısı olsa olsa maksimum Anadolu’nun onda biri kadardır.Batılı objektif tarihçilerin de kabul ettiği gibi Bu savaştan sonra kopyacı uygarlık kurmuş olan Helenlerin kökü kazınır.Gemilerle kaçan küçük bir azınlık ise Adriya kıyılarında bir kaç şehre ve İtalya’ya yerleşirler.Böylece tarih sahnesinden silinip giderler.Boşalan ve insansız kalan Peloponnes ve Mora yarımadalarına kuzeyden yüzbinlerle ifade edilen at arabalı ve göçer durumda olan SLAV VE SIRP ÇİNGENELERİ DOLAR.İŞTE BUGÜN KENDİLERİNE HELEN DİYEN İNSANLARIN ATALARI BU SLAV ÇİNGENELERİDİR.ÖNCEKİ KOPYACI UYGARLIĞI YARATAN HELENLERLE BİLE ETNİK BAĞLARI YOKTUR.

Slav çingeneleri önce Atina’ya ,Mora’ya ve Sparta’ya yerleşmişlerdir.Kuzeydeki Sprotia ve Akarhania’ya kadar bölge Arnavutlar,kuzey ise Makodonlar tarafından iskan edilmiş olup onların ana yurdudur.BUGÜN TÜM KUZEY PELOPONNES MAKEDONLARA VE ADRİYA KIYILARI İSE ARNAVUTLARA VERİLMELİDİR.TRAKYA İSE TRAKLARIN YANİ TÜRÜKLERİN BUGÜNKİ TORUNLARI OLAN TÜRKLERE VERİLMELİDİR. BU YÖNDE DERNEKLER KURULMALI VE ÇALIŞMALAR BAŞLATILMALIDIR.AYRICA ARNAVUT VE MAKEDON DERNEKLERİNE DE HER TÜRLÜ MADDİ VE MANEVİ DESTEK SAĞLANMALIDIR.

Bugün Yunanistan’da yaşayanların büyük çoğunluğu Barbar, medeniyetsiz,etik seviyeleri düşük olması nedeniyle güvenilmez bir güruh sayılan Slav çingeneleri,Makedonlar,Müslüman Türkler,Arnavutlar,Ayrı bir etnik kimlik olan Giritliler ve maalesef sadece Hristiyan oldukları için Anadolu’dan mübadeleye tabi tutulan Hristiyan Türklerdir.Yunanistan’ın en ünlü Yazar ve Şairi olan Yannis Ritsos da bu gerçekten yola çımarak Yunanistan’ın ve kendisinin etnisitesi ile ilgili olar yunan veya Helen adını değil Rum anlamındaki “Romyosini” sözcüğünü kullanmıştır.

Rum adı ise Roma sözcüğünün karşılığı olup Romalı demektir.Çünkü Ortaçağda Anadolu Doğu Romaya istinaden Doğu Roma yani kısaca Rom adıyla anılmaktaydı.Örneğin Mevlana Celaleddini Rumi,Romalı yani Anadolulu Mevlana Celaleddin anlamında kullanılmıştır.

Tarih boyunca batılı devletlerin ve çarlık Rusya’sının emellerine hizmet ederek horozlanan bu Slav çingeneleri son yıllara kadar önemli bir Türkofobiyani Türk korkusuna sahiptiler.Her fırsatta ve olayda yaygaraya başlar ve timsah gözyaşları ile ağababaları Batılı devletlere Türkleri şikayet ederlerdi.Türk korkusu onlar için bir yaşam biçimi olmuştu.Ama ne zamanki AB ye girdiler,o günden bugüne kadar pek bir şey değişmedi ama bu sefer AB kozunu yeni yalama şekeri ellerine alarak bizlere Bakın ha!Böyle yaparsanız AB’ye giremezsiniz gibisinden yeni bir şekle büründüler.Komik olan bu cüce çingenelerinin küçük kuyruğu olan Sahte Romalılar olan Güney Kıbrıslılarda aynı yalama şekerine son yıllarda tutunarak bize yani biz Türklere posta koymaya başladılar.YAZIK VALLA! ÇOK KOMİK!TÜRK MİLLETİ-ULUSU KENDİSİNİ BU CÜCELER KARŞISINDA BU DURUMA DÜŞÜREN VE BU DURUMU SAVUNANLARA GÜNÜN BİRİNDE HESABINI SORACAKTIR ELBET!!!!!!!!!!!!!!

ASLINDA BİZİM ,KİPRİOTLAR(GÜNEY KIBRISLILAR) VE BUGÜNKİ YUNANİSTANDA YAŞAYAN SLAV ÇİNGENELERİ İÇİN KULLANDIĞIMIZ RUM=ROMALI ETNİK BETİMLEMESİ YANLIŞTIR.SLAV ÇİNGENELERİNE VERİLEN ADETA BİR YÜKSEK ÜNVAN VE BİR PAYE GİBİDİR DİLİMİZDE ADETA.DERHAL ÖNLEM ALARAK BU KELİMELERİN DEĞİŞTİRİLMESİNİ ÖNERİYORUZ.BÖYLECE HERKES HAK ETTİĞİ YERİ VE DEĞERİ TARİH KARŞISINDA ALACAKTIR.VE DE GERÇEKLER SUÜSTÜNE ÇIKTIKÇA,YÜCE TÜRK MİLLETİNE-ULUSUNA KARŞI BAZILARININ ÇENELERİ GEREĞİNDEN FAZLA AÇIK VE DİLLERİ GEREĞİNDEN UZUN OLAMAYACAKTIR............!

***************************************************************************

TRUVA FİLMİ GERÇEĞİ

Serhaturko

Köktürkler Platformu-Antalya

TRUVA FİLMİ GERÇEĞİ

 

TROJ-TRUVA filmi ile ilgili kamuoyunu bilgilendirmeyi görev biliyoruz. Türkiye’nin tanıtımına en ufak katkısı olmayan filimdeki yanlış, kasıtlı ve eksik olarak ortaya konulan konulardan bazıları şunlardır:

1) Filmin başında gösterilen haritada Yunanistan, Atina ve Truva isimleri yazılı iken Anadolu ve Türkiye adı yoktur. Böylece; Truva dahil bütün toprakların, Yunanistan olarak algılanmasına(yalan ve haksız olarak) gayret gösterilmiştir. Anadolu yaşam ve yerleşim varken Yunanistan’da uygarlık yoktu ve insanlar mağaralarda yaşıyorlardı.

2) M.Ö 1200lerde Yunan ve Grek adı yoktur. Pelesglar, Atinalılar, Spartalılar, Akhalar ve Slav çingeneleri vardır. Bunların arasında; dil,din ve töre birliği yoktur. Yunan Grek veya Helen adları M.Ö. 6.yy da ortaya çıkmıştır. Filimde sürekli, Truva savaşından çok sonra kullanılan isimler söylenmektedir. Bu bir aldatmadır..Bunlar her türlü felsefeyi , ilim ve bilim Batı Anadolu’daki ion kentleri ile bilhassa Sardes teki okullarda öğrenmişlerdir.

3) M.Ö.1200’lerde, şimdiki Yunanistan’daki topluluklarda, filimde anlatılmaya çalışıldığı gibi bilim,teknik ve uygarlık yoktu. Ata binmeyi bile bilmiyorlardı. Ahlaki bakımdan çöküntü içindeydiler. (Örneğin Helena...)Mağaralarda yaşıyorlar Batı Anadolu’daki İon kentleri ve Sardes’te eğitim almak için geliyorlardı.Hatta ruhlarının vücutlarından çıkacağı saçmalığı inancıyla yellenmemek için fasulye yemiyorlardı. Amaçları Anadolu kıyılarını talan edip yağmalamaktı. Önlerindeki tek engel ise güçlü Truva krallığı idi. Truva savaşlarının asıl sebebi budur. Yoksa, namus anlayışından tamamen yoksun oldukları halde Helena’nın namusu için savaşmış gibi gösterilmeleri, insan aklına hakaret, tarihe de saygısızlıktır.

4) Truvalılar söz konusu savaşı gerçekte kaybetmiş değillerdir.Homeros’un yazdığı sonuç: sadece Atinalılara yaranmak ve bol miktarda para almak içindir. Hektor’un öldürülüşü de filimdeki gibi Arşil’in kahramanlığı ile değildir.

5) Truvalılar diğer Anadolu boyları ve kralları gibi Ön Türklerden sayılan Etrüsklerdendir. Bu nedenle soydaşları olan; Hattiler, Pamfilyalılar, Solymler, Galatlar, Likyalılar, Kayralılar, Kappadoklar, Pontuslar vs. Truvalıların yanında yer almışlardır.Filmde bu birliktelik işlenmemiştir.

6) Filmde, Truvalılar ile Yunanistan’dan gelen barbarlar aynı dili konuşan,aynı kültür ve töreye sahip insanlar gibi yansıtılarak, Yunan sempatizanlığı yapılmaktadır. Yalan! Öntürkler’in dili ve alfabesi Slav çingenesi Helenlerden daha zengin ve farklıdır.

7) Filmin yönetmeninin dikkatinden kaçmış olmalı ki ; Apollon’un, Anadolu’daki Öntürkler’in bir çeşit sembolü olduğu gerçeğini filmde işlemiş. Yine de Truva Türklerinin Apollon’u yarım ay şeklinde simgeledikleri,özellikle gösterilmemiştir.

8) Filmde, Truva’nın yaşlı kralına züppe Arşil’in elini öptürmek, Yunanı yüceltme çabasından başka bir şey değildir.Evet biz Türklerde el öpme vardır ama Etrüsk ve Öntürk töresinde yaşlı birinin çocuğu yaşındakinin elini öpmesi yoktur. Tamamen düzmece! Türlerin kültürüne bir hakaret!

9) Anadolu’nun yiğit kahramanı Etrüsk soylu(Truva kazalarında Etrüsk-Göktürk alfabesiyle yazılı yüzüğü bulunan)Hektor için, her ne kadar, Fatih Sultan Mehmet Han ve Atatürk Truva’nın ve Hektor’un öcünü aldık demişlerse de Türklerle Helenler arasındaki savaş; zaman zaman sıcak, çoğu kez de soğuk savaş şeklinde günümüzde de sürmektedir.

10) Truvalıların sembolü olan Apollo-Yarımay, Kurtbaşı ve Tor-Toro ( Oğuz Han boğa başlı) kültürüdür. Filmde,Slav çingeneleri ve Yunanlıların gemileri, (sanki onların sembolü gibi) kasıtlı olarak, Kurtbaşlı ve Toro (boğabaşlı) lu gösterilmiştir. Tamamen yanlış!...

11) Sonuç olarak: Film sanki Yunan şehirleri arasındaki çatışmayı gösterir gibi seyirciye yansıtılmaktadır. Oysa,iki ayrı coğrafyadaki iki ayrı milletin Anadolu’daki Öntürk boylarının Helenlere karşı savaşı olmuştur.

Öteden beri yapılmakta olan yanlış bilgilendirme (Dezenfermasyon) yoluyla insanlar kandırılmaya çalışılmaktadır. Son yıllarda bu durum daha da yoğunluk kazanmıştır. Biz Türkleri bütün dünyaya yanlış tanıtmaları yetmiyormuş gibi bizi bizim çocuklarımıza bile yanlış tanıtmak için yapılan saldırılara karşı durmak her Türkün görevi olmalıdır.

NOT: tarihi bilgiler ve tespitler. Türkiye ve Türk tarihi yazarı Serhat KUNAR tarafından derlenmiştir.

*************************************************************************

BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİ

“Tarih nankör değildir,bir hizmeti unutmaz;

İstikbalin vicdanı aşk istemez,kin tutmaz.”

  1. E.Y.

Helenler kimdir ve Yunanistan denilen ülke kimlerindir:Tarihsel sürece baktığımızda Yunanistan adı verilen Doğuda Ege denizi ve adaları,batıda Korint denizi,kuzeyde ise Arnavutluk,Makedonya,Bulgaristan ve Türkiye ile sınırları olan yaramada ülkesinde, Prehistorik dönemlerin ardından M.Ö.Dörtbinlerden itibaren Anadolu üstünden gelen Akalar,Dorlar ve Mikenler tarafından ilk yerleşim yerlerinin kurulduğu görülmektedir.DTV -Atlasta ve Batılı tarihi eserlerde görüleceği gibi ilk uygarlık , bu yarımada üzerinde değil ünlü Knossos saraylarıyla tanınan Girit’te kurulmuştur.Ana yarımada üzerinde bir türlü kurulamayan ve oturamayan sivilizasyon uygarlığı yerine barbarizm hakim olmuş ve site derebeylerinin çıkar çatışmaları ve talan savaşları yaşanmıştır.Bunların en önemlisi Truva üzerine yaptıkları ünlü mitolojik Truva kuşatması ve Truva şehrini talan etmenin dışında hiçbir kazanımlarının olmadığı savaştır.Bu savaşta Anadolu’daki tüm Protoetrüsk devletleri birleşerek Helenlere karşı koymuşlardır.

Trakya adı nerden gelmektedir:Trakya adı her ne kadar tarihsel süreçte burada yaşadığına inanılan Traklardan geldiği şeklinde kabul görse bile özünde böyle değildir.M.Ö Dörtbinli yıllardan itibaren Avrasya’ya yayılan Öntürk boyları gittikleri her yere inanç,yazı,dil,töre ve kültürlerini de taşımışlardır.Meriç nehri ile Rodop dağlarının güneyi ile Trakya denizi ile sınırlanmış ,batıda ise Üsküb’e Manstır’a kadar olan bölgede 19.yy.ın başlarında yapılan kazılarda bulunan taşlar,seramik kaplar ve altın yüzükler üstünde Köktürk alfabesinin -TRK-harfleri görülmüştür.Antik dönemde bilindiği gibi taşlara sesiz harfler kazınır ,arasına okuyanlar sesli harfleri yerleştirirlerdi.İngiliz arkeologlar yaptıkları transkriptasyonda bu R ile K harfleri arasına –A-harfini ekleyerek suni olarak TRAK isimli bir kavim yaratmışlardır.Özünde aynı diğer bölgelerde ,Kafkaslarda,İtalya’da,Dinyeper’de, Sümerde, Turukkularda ve hattilerde olduğu gibi bu harfler arasına transkriptasyon için ya U ya da Ü konulmalı ve öyle okunmalıdır.Yani Trakların asıl adı Trukkular/Trükkular,bölgenin adı ise Trükya/Trukya olmalıdır.Tarih tekerrür eder ve tarihsel gerçeklerden kaçılamaz.

       Batı Trakya Bölgesi hiç şüphesiz ki Türk tarihi açısından özel bir konum teşkil etmektedir.Osmanlı Devletinin Dağılma Döneminde büyük ve orta ölçekli devletlerin bölge üzerindeki farklı stratejileri ve buna karşılık Türk Devletinin ve halkının bu oyunları bozmaktaki gayretleri ,Batı Trakya’nın tarihsel ve efsanevi boyutu hakkında bize bazı fikirler verebilir.Ne var ki günümüzde halen popülaritesini koruyan ve Türk-Yunan ilişkilerinde türlü dalgalanmalara neden olan Batı Trakya’nın tarihsel süreç içerisinde incelendiğinde göze çarpan en önemli özelliği,Teşkilat-ı Mahsusa’nın askerlerinin ve bölge halkının birlikte kurdukları Batı Trakya Türk Cumhuriyetidir.

Bağımsızlığını yeni kazanan Balkan devletlerinin birleşerek, Osmanlı Devletine sırayla Karadağ,Bulgaristan,Sırbistan ve Yunanistan’ın savaş ilanları I.Balkan Savaşının başlangıcını oluşturmuştur.Yıllarca süren Rus savaşlarının yorgunluğunu üzerinde hisseden Osmanlı Devleti bu savaşa çok hazırlıksız yakalanmıştı.İkmal ve Levazım Teşkilatının bozuk olması,muharebe gücü yüksek,deneyimli 120 tabur askerin terhis edilip Anadolu’ya gönderilmesi,askerin beslenme sıkıntısı,aynı zamanda ordunun siyasete karışması sonucu komutanlar arasında oluşan anlaşmazlık ve Balkan devletlerinin birleşmesine ihtimal vermeyen Saray Yönetiminin sorumsuzluğu bu savaşın aleyhimizde sonuçlanmasında belirleyici olmuşlardır.Osmanlı ordusunun kısa sürede dağılması,Ekim sonlarında Bulgaristan’ın Çatalca önlerine gelmesine ve Osmanlı Devletinin Makedonya’yla irtibatının kopmasına neden olmuştur.Sırpların Üsküp’e girmesi ve Arnavutluğun işgal edilmesi artık Balkanların kaybedildiğinin işaretidir.I. Balkan Savaşı sonucunda 30 Mayıs 1913te Londra Antlaşması imzalanmıştır.Bu antlaşmaya göre Midye-Enez hattının batısında kalan bütün topraklar Balkan Devletlerine bırakılmış, Bulgaristan, Dedeağaç ve Kavala arasındaki toprakların sahibi olarak Ege Denizine çıkmış ve Osmanlı Devletinin batıdaki tek sınır komşusu olmuştur.Osmanlıdan aldıkları toprakların paylaşılması konusunda birbirleriyle tutarsızlığa düşen Balkan Devletlerinin farklı çıkar çatışmaları, II.Balkan Savaşının da temelini oluşturmuştur.Romanya’nın da çatışmalara katılması savaşa geniş bir boyut kazandırmıştır.Sofya merkezli çıkan bu savaş Bulgaristan’ın fazlaca hırpalanmasına neden olmuştur.Bulgaristan’ın içinde bulunduğu açmazdan faydalanmayı bilen Osmanlı Devleti Türkler için namus demek olan Edirne’yi geri alabilmiş.Bu savaş sonunda Osmanlı Devletiyle Bulgaristan arasında İstanbul Antlaşması imzalanmıştır.Antlaşmaya göre Edirne ve Kırklareli Osmanlı Devletine geri verilirken;Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında da Atina Antlaşması imzalanmıştır.

 

Batı Trakya, 1912de Balkan Savaşlarının hemen başında Bulgarlar tarafından;II.Balkan Savaşı esnasında da Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir.Ancak II. Balkan Savaşı sonucunda imzalanan Bükreş Antlaşması, Batı Trakya’nın bir kısmını Bulgar Devletine bırakırken;Yunan tarafı bu bölgenin teslimi konusunda olabildiğince sorunlar çıkarmış hatta Batı Trakya sorununa Osmanlı Devletini de karıştırmak istemiştir.Yunanlıların bu şekilde düşünmelerinde haklı gerekçeleri olduğu kesindir.Batı Trakya’nın Bulgarlar tarafından işgal edilmesinden sonra bölge Rumlarını Bulgaristan’ın zulmünden ve kötü idaresinden koruma isteği ve son zamanlarda hayli toprak kaybetmiş olan Osmanlı Devletini de bölge sorununa karıştırarak Batı Trakya’yı Türklerden daha kolay alabileceği ümidi Yunanlıların politik tutumlarını yansıtmaktadır.İşte bütün bu hesapların içinde II.Balkan savaşında Bulgaristan’ın içine düştüğü güç durumdan yararlanan Osmanlı Devleti, 23 Temmuz 1913te Edirne’yi geri almış ve Meriç nehrine kadar olan topraklarını kurtarmıştır.Ancak Meriç nehrinin batısında kalan ve yüzde seksen beş gibi büyük bir oran teşkil eden Batı Trakya’daki Türk nüfusunun geleceği Bab-ı Ali yönetimince üzerinde düşünülmeye değer bir konu olmuştur.

       II.Balkan Savaşı sırasında Osmanlı Devletinin savaşa katılmaması konusunda sıkça nasihatlerde bulunan Batılı Devletler, Edirne’nin kurtarılışından sonra Osmanlı yönetiminden Meriç nehrinin batısına geçilmeyeceğine dair garanti almışlardır.Ordumuz bu kuralı hiçe sayarak Edirnenin kurtarılışının hemen sonrasında 3000 kişilik bir akıncı müfrezesiyle Bulgaristan topraklarına girmiş, Habibçe, Harmanlı ve Hasköy’de akınlar gerçekleştirmiştir.Ancak nabız yoklama amacı taşıyan bu akınlar sonucu Akıncılar tahmin edilen tepkiyi görmüş ve Bulgaristan’ın Rusya ve Batının önde gelen devletlerine yaptığı baskı neticesinde Edirneye geri çekilmek zorunda kalmıştır.Tarihte Edirne Fatihi olarak da bilinen Yarbay Enver,bu 3000 kişilik Akıncılar içerisinden 16 subay ve 100 erden oluşan 116 kişilik bir çete kurmuş ve Eşref Kuşçubaşının emrine verdiği bu birliği talimatıyla Edirne’den Ortaköy üzerine göndermiştir.Birlik Ortaköy’e geldiğinde Papazköy civarında 1200 kişilik Bulgar Domuzciyef çetesi tarafından katledilen 400 Türkün cesetleriyle karşılaşmıştı.Bunun üzerine Eşref Bey Bulgar katilleri bulup cezalandırmak için Koşukavak üzerine yürümeye karar vermiş ve 16 Ağustos 1913te Koşukavaktaki çarpışmada Bulgar çetesinden 83 er,Domuzciyefle birlikte 5 subay ve 6 kaptan tutsak edilmiş,geri kalan ise dağıtılmış veya yok edilmiştir.Akıncılar Koşukavakta milli bir tabur kurmuş,Kamber Ağa isimli bir kişiyi hükümet reisi olarak tayin etmiş ve burada durmayarak Mestanlı üzerine yürümüştür.18 Ağustos 1913te Mestanlı muharebesiz olarak ele geçirilmiş ve ertesi gün kısa bir çarpışma neticesinde Kırcali de alınmıştı.Burada 600 kişilik milli bir tabur meydana getirilmiş;Mestanlı ve Kırcaliye de birer hükümet reisi tayin edilmiştir.Sonuçta bu üç kazada da asayiş sağlanmış ve kazaların idaresi sadece Eşref Beyin müfrezesine bağlanmıştır.Bütün bu gelişmeler İstanbul yönetimince hiç de hoş karşılanmamıştı ve birliğe daha fazla ileri gitmemesi emri verilmişti.Bunun üzerine Eşref Kuşçubaşı bağlı bulunduğu Enver Beyle bizzat irtibata geçmiş ve Batı Trakya’nın tümünün işgalini içeren bir talimat almıştı.Ayrıca, Enver Bey bir grup subay ve askeri daha bölgeye takviye etmişti.Bu gönderilen birlik içerisinde sonradan Teşkilat-ı Mahsusa’nın reisliğini ve I.Dünya savaşında da Irak cephesi komutanlığını da yapacak olan Süleyman Askeri Bey de bulunmaktaydı.Böylece Batı Trakya’daki mücadele dönemi ayrı bir döneme girmiş oluyordu.Sağlanan bu taze güçle birlikte ‘yeniden fetih çalışmalarına devam edildi.31 Ağustos 1913te Gümülcine,1 Eylül 1913te ise İskeçe yeniden Türkün diyarıydı.Yapılan bütün bu çarpışmalar sonucunda Yunanlıların kontrolündeki Dedeağaç haricinde tüm Batı Trakya işgal edilmiş ve Meriç boyları Bulgar çetelerinden ve unsurlardan arındırılmıştır.

 

Gümülcinenin kurtarılmasından sonra Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi kurulmuş ve reisliğine de Salih Hoca getirilmiştir.Ancak,Süleyman Askeri Bey Erkan-ı Harbiye ve Garbi Trakya Hükümeti İcraiye reisi olarak bütün yetkileri elinde bulundurmakla bu hükümetin de üzerinde bir otoriteye sahip olmuştu.Batı Trakyanın işgalinin genişlemesiyle Garbi Trakya Muvakkat Hükümetinin kurulması,Sofya ve İstanbul yönetimlerini şaşkınlığa uğratmış ve bu ilerleyişin büyük bir tehlikeye gebe olduğunu düşünen Avrupa Devletleri ise Osmanlı Devletini uyarma yoluna gitmişlerdir.Dedeağaç haricinde Batı Trakyanın tamamını kontrol altında tutan Türk kuvvetinin Dedeağaç üzerine yürüyecekleriyle ilgili olarak istihbarat aldıklarını söyleyen Batılı devletler, Osmanlıdan kuvvetlerini geri çekmesini istediler.Bunların doğru olmadığını vurgulayan Osmanlı yönetimi birkaç birliğin sadece askeri manevralar için Meriçi geçtiklerini,herhangi bir işgalin söz konusu olmadığını belirtmiş ve bölgeye giden kuvvetlerin derhal geri dönmelerini emretmiştir.Ancak geri çağrılan birliğin önde gelenleri bölgedeki Türk halkının yeniden baskı,zulüm ve sefalet altında yaşamalarından yana değildiler.İstanbul yönetimince kendilerine tebliğ edilen emri hiçe sayarak Osmanlı Devletiyle maddi ilişkilerini kesmekle kalmamış; Batı Trakyada bağımsızlık ilan etmişlerdir.Netice itibariyle 12 Eylül 1913‘te Garbi Trakya Müstakil Hükümeti adıyla tarih sahnesine yeni bir Türk Devleti çıkmış bulunuyordu.Yani tam adıyla BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİ.

       Başkenti Gümülcine olan bu yeni Türk Devleti siyasal yönetim açısından cumhuriyet rejimini temsil ederek, Türk Tarihinin sürecinde böylece bir ilki temsil ediyordu.Batı Trakya Türk Cumhuriyeti, Kars civarında 1918de kurulan Azerbaycan Türk Cumhuriyetinden 5 yıl önce,Ulu Önderimizin 29 Ekim 1923te kurduğu cumhuriyetten de 10 yıl önce fiiliyata geçmesi bakımından incelenmeye değer ve çok ilginçtir.Yeni Devlet, ay yıldızlı,yeşil,beyaz bayrağı kullanmıştır.Siyah matemi,yeşil Müslümanlığı,beyaz ise aydınlık günleri temsil etmekteydi.Ayrıca, cumhuriyetin ileri gelenleri amaçlarının ne olduğunu bildirmek ve seslerini dünyaya duyurmak için Batı Trakya ajansını kurmuşlar ve bununla ilgili olarak Samuel Karaso adında bir Yahudiyi görevlendirmişlerdir.Türkçe ve Fransızca yayın yapan bağımsız anlamına gelen ‘Independant isimli bir gazete çıkarılmış;hatta Süleyman Askeri Bey tarafından Batı Trakya için milli bir marş bile kaleme alınmıştır.Yunan ve Bulgar posta pulları geçersiz sayılmış ve yerine hükümet tarafından yeni pullar bastırılmıştır. Batı Trakya’nın Bulgarlara karşı savunulması amacıyla savunma planları yapılmış ve askeri kuvvetler buna göre tertiplenmiştir. İstanbul’dan Eylül sonlarında 3.000 tüfek ve 500 sandık mermi getirilmiş,Ekim ayında ise devlet bütçesi hazırlanmıştır.Devletin asker sayısı 30.000 kadardır.Bunların 6.000i Osmanlı askerlerinden,geri kalan 24.000 ise bölge insanından oluşmaktadır.Bütün bu gelişmeler bize devlet yönetim organlarının teker teker oluşturulduğunu gösterirken, Türklerin teşkilatçılık özelliğini bir kez daha ortaya koyar.

 

O sıralarda kadronun önde gelen isimlerinden biri olan Yüzbaşı Yakup Cemil kat edilen mesafeyi şöyle anlatır: Balkanlara hızla girip,kaybettiğimiz topraklarımızı geri almamız üzerine Düveli Muuazzama derhal sadrazamın makamına koştular.Güya, Londra Antlaşmasını tek taraflı olarak bozmuşuz, hemen işgal ettiğimiz topraklardan çıkmalıymışız.Kim kimin toprağını işgal etmişti?İttihat ve Terakkinin uygun görmesiyle Süleyman Askeri Bey,Eşref Kuşçubaşı,Çerkez Reşid,Sapancalı Hakkı ve Fehmi Beyler gibi arkadaşlarla Meriç’i geçip Trakya’ya daldık.Gümülcine,Kırcali,Dimetoka gibi yerleri bir bir geri aldık.Sereze de el atıp Yunan hududuna dayandık.Bulgarların Ege bağlantısını kesmiş olduk.Avrupa ayağa kalktı.Dış baskıları azaltmak için Garb-i Trakya Muvakkat Hükümetini kurduk.Bu bir cumhuriyetti ve Türk tarihinde bir ilki gerçekleştirmiştik.Bayrağımız vardı,başkentimiz Gümülcineydi,pul bile bastırmıştık.

       Bir tarafta kendi askerlerinin başarısı öbür tarafta hatırı sayılır devletlerin gelişmelere olan muhalefeti arasında sıkışıp kalan Osmanlı Devleti ve başından beri gelişen hadisleri kendi politik çıkarlarına aykırı bulan Bulgaristan, yeni kurulan Türk Devletini resmi manada tanımamışlarsa da Yunanistan bu devleti memnunluk içinde karşılamıştır.Bunun doğal sonucu olmalıdır ki, 2 Ekim 1913te Dedeağaç, Yunanlılarca Türk Devletine bırakılmıştır.Hatta Yunanlılar silah ve cephane yardımı bile yapabileceklerini belirtmişlerse de bunun sadece boş bir söz olduğu zamanla anlaşılmıştır.

 

Ne var ki, bütün bu hadiseler Batı Trakya Türk Cumhuriyetinin kalıcılığını sağlayamamıştır.Bulgaristan’ın, Batılı Devletler ve Rusya nezrinde yaptığı girişimler sonucu Osmanlı Devleti uluslararası ilişkiler ekseninde hayli sıkıştırılmıştır.Bu baskılara daha fazla dayanamayan Osmanlı Devleti Bulgaristan’la 29 Eylül 1913te İstanbul Antlaşmasını imzalamış ve Batı Trakya’nın Bulgaristan’a ilhakını resmen onaylamıştır.Ayrıca, Batı Trakya Hükümeti üyelerinin ve bu hükümet yanlısı kişilerin İstanbul Antlaşmasına uymaları ve bu yoldan vazgeçmeleri istenmiş,bu kişilerin bölgeyi en geç 25 Ekim 1913 gününe kadar Bulgarlara teslim etmeleri için süre verilmiştir.Nitekim, 25 Ekim 1913te Batı Trakya Müstakil Hükümeti kendini feshederken; İstanbul’dan gelen Albay Cemal Beyin gözetiminde Bulgar kuvvetleri bölgenin işgalini 30 Ekime kadar sessizce tamamlamışlardır.Ancak, Devletin silah ve cephanesi ileride yeniden kullanmak ümidiyle saklanmıştır.

 

Osmanlı Devletinin bölgeyi Bulgarlara bırakmasının nedeni bazı kaynaklarda İttihat ve Terakkinin iç politik çekişmelerinin sonucu olduğu şeklinde de geçmektedir.Şöyle ki, Osmanlı Devletinin yönetimini beğenmeyen Türk aydınlar birer birer Batı Trakya Türk Cumhuriyetine akın etmişler ve Devlet yönetim kademelerinde yer almışlardır.İş, bu safhaya varınca kurulan yeni Devlet Osmanlı için potansiyel bir rakip durumuna gelmiştir.Ancak,olaya yalnızca “iktidar olma hevesi uğruna İttihat ve Terakkinin Batı Trakya Türk Cumhuriyetini gözden çıkardı” diye bakmak bizi yanlış sonuca ulaştıracaktır.Babı Ali baskınından sonra devlet kademelerinde görev alan İttihat ve Terakki üyelerinin basiretsiz uygulamaları ve yabancı devletlerin telkinlerine uyularak yürütülen bir dış politika böyle bir sonucun meydana gelmesinde belirleyici olmuştur.Ancak,Bulgarların silah gücüyle yıkamadıkları Batı Trakya Türk Cumhuriyetini başka bir Türk Devletinin aracı edilerek tarihten silinmesi Osmanlı Devleti üzerinde olumsuz eleştiriler yapılmasına zemin hazırlamıştır.Netice olarak 55 günlük siyasi bir ömürden sonra Batı Trakya Türk Cumhuriyetinin tarih sahnesinden çekilişi ve bölgenin Bulgarlara bırakılması Batı Trakya Türk Halkı üzerinde hayal kırıklığı yaratmıştır.Hükümetin yönetici kadrosu İstanbul’a geri dönmüş olsa da Enver Bey imam,köylü ve iş adamı kılığında Teşkilat-ı Mahsusa ajanları göndererek Batı Trakya’da Türk kimliğini ve etkinliğini korumaya çalışmıştır.Yıllar sonra bakıldığında Enver Beyin uygulamasının başarılı olduğu görülür.Türk-Yunan ilişkilerindeki Batı Trakya sorununa Yunanlıların tarihsel bir perspektiften bakıp, 1913teki olayların analizini yapması radikal politik tutumları bir tarafa bırakıp ılımlı bir siyasa izleyeceğini zaman kanıtlayacaktır.

Yıllar içinde Yunan istekleri artınca ve Osmanlı devleti Sevr antlaşmasını imzaladığında artık Batı Trakya Yunanistan’ın olmuştur.

Batı Trakya hiçbir zaman yunanlılar tarafından asimile edilememiş bir Türk toplumunu barındırmaktadır.Bu Türk Toplumu her türlü entrikaya rağmen direniş içinde hakları için çabalamaktadır.Batı Trakya Türk Toplumunun en büyük önderi olan Dr.Sadık Ahmet Yunan gizili servisi KYP ajanları tarafından 1995 yılında düzmece bir trafik kazasıyla öldürülmüştür.

Bugün Batı Trakya’nın çözüm bekleyen ana sorunları,AB kriterlerinin bölgede uygulanmaması,Başmüftü ve Müftülerin seçiminin Türk Toplumu tarafından yapılamaması,İnsan hakları ihlalleri,Türklere ait arazilerin gasp edilmesi kamulaştırılması,Türklerin evleri restore edememeleri,Türk okullarının sorunları,Ders kitaplarının Yunan hükümetince yazdırılması,Türk öğretmenler sorunu,Kuzeyde Türklere ait verimli tarla ve bahçelerin yasak bölge olarak belirlenmesi ve en önemlisi bu insanların kendilerini TÜRK olarak isimlendirememeleri.

NE TUHAF DEĞİL Mİ?BİZE İNSAN HAKLARI VE AZINLIK HAKLARI DAYAKMASI YAPAN AB,İŞ YUNANİSTANA GELİNCE SUSUYOR……….

ŞEREFSİZ,ŞEREFSİZİ KOLLUYOR………

KONU TÜRKLER OLUNCA,SAĞIR VE DİLSİZ OLUYORLAR!

BATI TRAKYANIN BAĞIMSIZLIĞI YAKINDIR.

ÇÜNKÜ TARİH TEKERRÜR EDER!

BU GÜNLER ÇOK YAKIN!

 

KÖKTÜRKLER