BİR TÜRK ÜLKÜCÜSÜNÜN KÜRT SORUNUNA BAKIŞI!

Doç.Dr.K.Attila Sayar

Bugün halen Türkiye'de Osmanlı İmparatorluğunun yıkım fermanları olan iki Tanzimat fermanın da bir demokratik ve toplumsal barış yolu olacağına inanan zavallı Tanzimat kafalı aydınlar,Türk  millî referanslardan daha çok uluslar arası referanslara görüşlere ve planlara önem vermektedirler. Türk Milliyetçisi aydınların referansları ise Türk’ün kendi öz değerlerinden, öz tarihinden ve tecrübelerinden süzülüp gelen bir değerler manzumesidir. Türk Milliyetçilerinin bakış açısına göre Türkiye’de bir “Kürt Sorunu” olmadığı gibi hiçbir “etnik sorun” da bulunmamaktadır.

Bazı kendisine Türkiyelim diyen kişilerin Türkiye’de “Kürt Sorunu”nun bulunduğuna dair yaptığı tespitten sonra çeşitli siyasi görüşlerden gelip “liberal muhafazakâr demokrat”lıkta karar kılan yandaş  basının köşe yazarları, sözde bilim insanı,akademisyen, sanatçı ve sözde aydınlar Türkiye Cumhuriyeti’nde mevcut bulunan “Kürt Sorunu”nun vahametinden bahsetmeye başlamışlardır.Ancak bir ülkede “etnik sorun” olup olmadığını belirleyen en geçerli uluslar arası referans, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 21 Aralık 1965 tarihli ve 2106 A(XX) sayılı Kararıyla kabul edilmiş ve 4 Ocak 1969’da yürürlüğe girmiş olan “Her Türlü Irk Ayrımcılığının Tasfiye Edilmesine Dair Uluslararası Sözleşme”dir. Sözleşmenin 5. maddesi şöyle diyor:

“Sözleşmeci Devletler, bu Sözleşmenin ikinci maddesinde yer alan temel yükümlülüklerine uygun olarak, her türlü ırk ayrımcılığını yasaklamayı ve tasfiye etmeyi ve herkesin ırk, renk veya ulusal veya etnik köken ayrımcılığına maruz kalmadan, özellikle aşağıdaki hakları kullanırken hukuk önünde eşitlik hakkını güvence altına almayı taahhüt eder:

  1. a) Yargı yerleri ve adalet dağıtan her türlü organ önünde eşit muamele görme hakkı;
  2. b) Kişi güvenliği hakkı ile Hükümet görevlileri veya başka bir birey grubu veya kuruluşu tarafından yapılan şiddete ve müessir fiile karşı Devlet tarafından korunma hakkı;
  3. c) Siyasal haklar, özellikle genellik ve eşitlik ilkelerine dayanan seçimlere katılma -seçme ve seçimlerde aday olma-, Yönetimde ve ayrıca kamusal işlerin icrasında yer alma kamu hizmetlerine ulaşma hakkı;
  4. d) Diğer kişisel haklar, özellikle:

(i) Devletin hudutları içinde seyahat özgürlüğü ve yerleşim hakkı;

(ii) Kendi ülkesine olduğu gibi bir ülkeden çıkma ve kendi ülkesine dönme hakkı;

(iii) Vatandaşlık hakkı;

(iv) Evlenme ve eşini seçme hakkı;

(v) Tek başına veya başkaları ile birlikte mal ve mülke sahip olma hakkı;

(vi) Miras hakkı;

(vii) Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı;

(viii) Fikir ve ifade özgürlüğü hakkı;

(ix) Barışçıl bir biçimde toplanma ve örgütlenme özgürlüğü hakkı;

  1. e) Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar, özellikle:

(i) Çalışma, işini serbestçe seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma, işsizliğe karşı korunma, eşit işe eşit ücret, adil ve elverişli gelir hakları;

(ii) Sendika kurma ve sendikalara girme hakkı;

(iii) Konut hakkı;

(iv) Sağlık, tıbbi bakım, sosyal güvenlik ve sosyal hizmetlerden yararlanma hakkı;

(v) Eğitim ve öğrenim”

Ey akıl ve izan sahibi okuyucular. Ey güzel ülkemin beyni ve gönlü satılmamış güzel insanları. Allah için söyleyin. Kendilerini “Kürt” olarak adlandıran vatandaşlarımızın hangisi yukarıda sayılan haklardan mahrumdur?

George Orwell “Hayvanlar Çiftliği” isimli eserinde komünizmi hicvetmek için şu şekilde bir ifade kullanır: “Bütün hayvanlar eşittir, ancak domuzlar daha fazla eşittir.” Türkiye de yavaş yavaş şu ifadeyi kullanacağımız günlere doğru gidiyor:

“Bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları eşittir, ancak Kürtler daha fazla eşittir.”

Buna göre;Hükümetin “Kürt açılımı” yöntem, strateji, amaç ve ilkeleri noktasında hiçbir ön görüşmeye gerek duyulmadan MHP tarafından reddedilesi ve sert bir muhalif söyleme dönüşmesi, Türk kamuoyunun aksine basında çeşitli renklerdeki hükümet yanlısı, batıcı ve Kürtçü aydınlar nezdinde bir takım suçlamaları da beraberinde getirdi. Burada, “Kürt açılımı” görüşmelerini MHP’nin ve Türk milliyetçilerinin neden doğrudan reddettikleri ve bunun üzerine Türk milliyetçilerinin basında “simgesel şiddetin” odağı haline gelişini kısaca yorumlayacağız. Bu noktada hükümetten kaynaklanan ilk hatalar silsilesi açılımın adı ve meşrulaşırım araçlarını (Polis Akademisindeki Kürt Çalıştayı ve katılımcıları gibi) kullanış biçiminde olmuştur.

Kürt açılımı, Türk Milliyetçileri üzerinde görüş bildirenler bakımından iki farklı boyutun ortaya çıkışında tecessüm etmiştir. Birincisi, yakın tarihteki ideolojik mensubiyetin katı zihinsel duruşuyla, aksi yöndeki iddialarına rağmen, MHP’yi algılamaktan kurtulamamış olan nominalist aydınların bu vasıfları Türk milliyetçiliği söz konusu olunca tekrar nüksetmiştir. Yani, kendilerini liberal olarak tanımlayan aydınların “özde Marksist” bir zihinsel yapıya sahip oldukları “içselleştirdikleri düşmanlıkları vasıtasıyla” bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Anti-demokrat, darbeci, otoriter geçmişlerinden bütün demokratlık söylemlerine rağmen kurtulamadıkları böylece görüldü. Türk Milliyetçilerine olan kin ve nefretin Kürt Açılımı üzerinden temayüz etmiş olması dikkatlerden kaçmamıştır. İkincisi ise demokrat etiketli aydınlarda algılama yetileri ve anlama eylemlerinin Türk milliyetçileri söz konusu olduğunda nasıl göz ardı edilebileceğinin bir göstergesi oldu. Tahayyüllerdeki soyut, gerçeklikten kopuk milliyetçilik algılarının yönlendirmesi, Türk milliyetçilerinin davranış ve eylemlerinin arkasındaki güdüleyici motiflerin görülmesini engellemiştir.

Türk milliyetçileri terörü, Kürt sorunu olarak görmez. Terörden bağımız etnik menşeli bir sorunun varlığını da kabul etmez. PKK eşittir Kürtler denklemini giden yolda “Kürt sorunu” tanımı Türk milliyetçilerinin kendi epistemolojik temeline aykırı bir durumdur. Hukuki ve siyasal açıdan bir insan hakları sorunu Türkiye’de mevcuttur. Fakat bu sorun ülkenin bütün bölgelerinde yer alır yani sadece bir bölgeyle sınırlı değildir. Sistemden, bürokrasiden ve siyasal elitlerin topluma olan yabancılaşmasından kaynaklanan bir insan hakları sorunu olmuştur ve olmaktadır. Öncelikle bilinmesi gereken en temel ilke, tekrar vurgulamak gerekirse, Türk milliyetçileri için sorun etnik bir Kürt sorunu değildir. Bölücü terör sorunudur. Kürtlerle PKK aynı ve eşit değildir. Terörü, Kürtler değil, farklı ülke vatandaşlarının oluşturduğu ve AB’den Irak’a kadar uzanan çizgide uluslararası bir destek ağına sahip ırkçı terör örgütü PKK gerçekleştirmektedir. Bu iki alan farklı olgulara tekabül eder ve kavramlaştırmalara bağımlıdır.

Türkiye Başbakanının 2004 Diyarbakır konuşmasıyla PKK terörü “Kürt sorunu” adıyla etnikleştirilmesi sürecine sokulmuştur. Bu durum teröre bakışın yöntem, strateji, felsefi yaklaşım, ahlaki ve siyasal yaklaşımını kökten bir değişime sokmuştur.  Bugün gelinen aşamada Kürt açılımıyla bu felsefi ve siyasal paradigma değişimi, PKK’yla doğrudan ilintili görülen politikaların eleştirilmesi, Kürt kökenli vatandaşlara veya öteki etnikliklere karşı olma gibi bir çatışmacı yaklaşım olarak görülmesini de beraberinde getirmiştir. Bu durumun başka bir boyutu da “Kürt Sorunu” kavramının kabulü, sorunu belli bir kesimin kendi algılayışı çerçevesinde anlama, anlamlandırma, sunma ve çözümünü de buna göre kabul ettirme dayatmasını beraberinde getirmesidir. “Terör sorunu” veya “Kürt Sorunu” kavramları basit birer adlandırma değil, siyasal, kültürel, tarihsel ve toplumsal açıdan büyük bir yaklaşım ve yöntem farklılığına içkindir.

Toplumsal nitelikli bir sorunun anlamlandırıldığı kavramlar seti, aynı zamanda soruna bakış açısını da yansıtır. Kavramlar sorunların ve olguların tarihsel ve sosyolojik temelini oluşturur. Kullanılan dil, sorunun mahiyetini anlamamızı ve çözümünün de bu zeminde ortaya koyulmasını zorunlu kılar. Sorunu “etnik sorun” olarak teşhis etmek federasyona ve daha ilerisine kadar giden bir zihniyet örüntüsünün egemenliğini kabul etmek anlamına gelir. Etnik bir tanımlamaya bağlı sorun tespiti bütüncül, birleştirici bir dil kullanımını daha baştan reddediyor demektir.

“Kürt açılımı” ve “Kürt sorunu” kavramları etnik bir soruna gönderme yapar. Hükümetin daha başında soruna etnik temelli bir tanımlama getirmesi ilk stratejik hatanın gerçekleşmesine neden olmuştur. Etnik tanımlama Türk milliyetçilerinin soruna doğrudan tepki göstermesi için yeterlidir. Bu durum Türk milliyetçilerinin uzlaşma icraatına ciddi darbe olmuştur. “Sorunun” varlığının kabul edilmediği bir durumda çözümü üzerinde de bir oydaşma söz konusu olmaz.

Kürt kökenli Türk vatandaşları, PKK sorunu sebebiyle etnik bir ötekileştirmeye tabi tutmak ana toplumdan ayırmak son kertede sosyolojik bir bölünmeyi beraberinde getirir. Hali hazırda Kürt açılımının bütün KİA tarafından yoğun bir tartışma alanına sokulması Kürtlerin ana toplumdan psikolojik ve sosyolojik farklılaştırma sürecinin önünü açmış, keskinleştirmiş ve sertleştirmiştir. Toplumla, kültürle, devletle hiçbir sorunu olmayan vatandaşların farklılıkları artık sorun olarak davranışlara yansıyan bir “açılımın sonucu” olarak ortaya çıkmıştır.

MHP’nin “Kürt açılımı” karşısındaki tavrını çözümsüzlük, kandan beslenme, şiddet yanlısı gibi ithamlarla nitelendirmek muhatabın hiç anlaşılamadığının daha doğrusu anlaşılmak istenmediğinin bir göstergesidir. Son dönemlerde PKK teröristlerine bile yapılan empati ve anlama eyleminin Türk milliyetçilerinden esirgenmesi dahası da  sorgulanması gereken bir tavırdır. Şüphesiz nominalist aydınların bu davranışlarının siyasal, tarihi ve psikolojik kökleri mevcuttur. Sosyolojik ve siyasal nitelikli somut verilerden hareketle değil de Türkiye aydının nominalist karakterine uygun olarak sadece “çekici” kavramlardan hareketle bir destekleme, övme ihtiyacını hissetmesi, kendi nominalist duruşlarının meşruiyeti için MHP’ye saldırma fırsatı doğurmuştur. Ortam aykırı düşüncelere kapalıdır.

Milliyetçi entelektüellerin önde gelenlerinden Özcan Yeniçeri’nin “Çözüm/yıkım ekibi” olarak adlandırdığı zümreye hitaben sorduğu soruları bizde köşemize alıyoruz. “Çözüm/yıkım ekibi dürüst ise şu soruları cevaplandırmak zorundadır. Bu ülkede çözümsüzlük yanlısı dedikleri taraflar yedi yıldır iktidarda değildir. Çözüm taraftarları bu süreçte hangi sorunları çözmüştür? AB’ye tam üyeliği ileri bir aşamaya mı taşıdılar? Kıbrıs’ta onca tavize ve alttan almaya karşın çözüme mi ulaştılar? Ermenistan ile hangi sorunu hal yoluna koydular? Demokrasi konusunda hangi ilerlemeyi kaydettiler? Bu bağlamda Polis Akademisi’ndeki Çalıştay’da neden karşıt görüşlü kimse yoktu? Yoksa demokrasi yandaşlara söz hakkı tanımaktan ibaret bir süreç midir? Siyasi suikastı, karışıklık çıkaranları ve hatta darbeyi insan olan savunabilir mi? Birkaç psikopatın ya da ihtiraslı kimsenin tavrıyla samimi olarak Türkiye’nin çıkarlarını savunmak nasıl akraba ilan edilebilir? İmralı’daki terör organizatörü ve onun uzantılarıyla görüşmeye karşı çıkanlar ahmakça “kanın akmasından medet umanlar” olarak nasıl nitelendirilebilir? Demokrat olmanın yolu Filistin kamplarında eğitilmekten, Kandil’i ve İmralı’yı su yolu yapmaktan mı geçmektedir?”

 

Konuk Yazar

Doç.Dr.K.Attila Sayar