BÖLÜCÜ KÜRTÇÜ HAİNLERİN LİDERİ!
Şeyh Said ve düşen maskeler
Diyarbakır’da bir takım derneklerin düzenlemesiyle ve kişilerin katılımıyla yapılan Şeyh Said’i anma toplantısında, Cumhuriyet’i yıkmaya kalkışan, devlete karşı isyan eden bu kişi için övgüler düzüldü ve Cumhuriyet rejimi eleştirildi. Gerçi uzunca bir süredir aynı çizgide yayınlar yapılmaktaydı, fakat kamuoyuna yansıdığı kadarıyla bu toplantı bir ilkti.
Bu olayın siyasal yönü, rejim düşmanlığı ortadadır. Yetkililerin neden böyle bir toplantının yapılmasını engellemedikleri, üzerinde durulması gereken ve suç oluşturan ayrı bir konudur. Ben önce yürürlükte olan yasalar açısından bir noktaya dikkati çekmek istiyorum.
5253 sayılı ve 4.11.2004 tarihli Dernekler Yasa’sının 30/b bendi şöyledir:
“Dernekler, Anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla kurulamaz.”
Aynı yasanın 32/p bendinde ise denilmektedir ki:
“30’uncu maddenin (b) bendinde belirtilen kurulması yasak dernekleri kuranlar ile bu bende aykırı harekette bulunan dernek yöneticileri fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde bir yıldan üç yıla kadar hapis ve.... ağır para cezası ile cezalandırılır ve derneğin feshine karar verilir.”
Şimdi bir de Türk Ceza Kanunu’nun “Suçu ve suçluyu övme” başlığını taşıyan 215.maddesi hükmünü okuyalım:
“İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Şeyh Said ve suç ortakları yargılanmışlar, hüküm giymişler ve cezaları infaz edilmiştir. Çok açıktır ki, bu toplantıyı düzenleyen dernekler, övücü konuşmalar yapan kişiler suç işlemiş bulunmaktadırlar. O nedenle de, Cumhuriyet Savcıları’nın gereğini yapmaları gerekmektedir.
Öte yandan, toplantının hazırlık aşamasında bu suçun işleneceği açıkça belirtilmiştir. Kaldı ki, böyle bir beyan olmasa bile, Cumhuriyet tarihinin en kanlı ve kapsamlı isyanına girişen, bu nedenle de mahkum olan Şeyh Said ve arkadaşları için anma ve övgü toplantısı düzenlemenin suç işlenmesi olacağı besbelli iken bunun neden engellenmediği, yetkililer açısından cezaî sorumluluk getiren bir davranıştır.
Her iki konuda da acaba ne yapılmaktadır?
Olayın bir başka boyutu da vardır. Söz konusu toplantı, aynı zamanda bir “ikrar” dır. Çünkü, bilinen ve kanıtlanan bir gerçektir ki, isyanın arkasında İngiltere bulunuyordu. Amaç, o sırada sınırlarımız dışında kalmış olan ama Misak-ı Millî’de belirtilen yerlerin vatan topraklarına katılması için yapılmakta olan girişimleri, devleti bu isyanla uğraştırarak ve genç Cumhuriyet’i güçsüz bırakarak engellemekti. İsyan, bu açıdan başarılı olmuş ve İngiltere amacını elde etmiştir. Şimdi, bu isyana övgüler düzenler, açıktan açığa bu komployu da övmüş olmaktadırlar.
Dahası, isyan hilafetin kaldırılması bahane edilerek “din elden gidiyor” diye 1925 Şubatında fiilen başlatılmıştır. Hilafet’in dinsel bir zorunluluk olmadığı, siyasal bir kurum olduğu TBMM’nde bu konuda yapılan tartışmalar sırasında ortaya konduğu ve İslam siyasal düşüncesinde de bu konuda genel bir görüş olduğu gibi, bu tarihte 1924 Anayasası devletin dininin İslam olduğunu belirtiyordu ve laiklik henüz gündeme bile gelmemişti. Bu nedenle, isyanın öne sürülen “din elden gidiyor” gerekçesi, saçma olmak düzeyinde bile bir anlam taşımıyordu. Olay, belirtildiği gibi, İngiltere’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti düşmanlarını, onların mürteciliklerini sömürerek kendi emellerine âlet etmesiydi. Tıpkı bugün PKK’nın dış güçlerce kullanılması gibi... Bu nedenle de bu anma toplantısında PKK sözcülerinin ve yandaşlarının yer almasını çok doğal karşılamak gerekiyor!
Ama eğer bu olay yöneticiler ve yetkililerce geçiştirilecek, yasal gereği yapılmayacak olursa, işte onu hiç de doğal karşılamamak gerekir.
Prof Dr Çetin YETKİN