BÜYÜK TÜRKÇÜLÜK İDEOLOĞU ADSIZ..!
BÜYÜK TÜRKÇÜ ATAMIZ ADSIZ!
Büyük Türkçü Atalarımızdan ve Önderlerimizden olan Hüseyin Nihâl Atsız, 12 Ocak 1905 tarihinde İstanbulda doğmuştur.
Atsız Atanın babası, Gümüşhane'nin Torul kazasının Midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Makine Önyüzbaşısı Hüseyin Efendi nin oğlu Deniz Güverte Binbaşısı Mehmed Nail Bey, annesi Trabzonun Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Beyin kızı Fatma Zehre Hanımdır.
Atsız Atanın ailesi, Gümüşhanenin Torul kazasının Midi köyünde Çiftçioğulları adı ile bilinmektedir.
Çiftçioğulları ailesinin tespit edilebilen soyu itibarıyla Kafkasyadan yöreye göçen Ahıska Türklerinden olan ve 19. asrın başlarında, yaşayan Ahmed Ağadır. Ahmed Ağanın İsmail; Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur. İsmail Ağanın çocukları Midi köyünden Yozgatın Akdağ Madeni kazasının Tekyegüneyi köyüne, Süleyman Ağanın çocukları ise Yozgat'ın Akdağ Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir.
Ahmed Ağanın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832-1894) ise 1850-1852 sıralarında Deniz eri olarak İstanbula gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Osmanlı Donanmasında kalmış ve Makine Onyüzbaşılığına kadar terfi etmiştir.
Hüseyin Ağanın eşi Emine Hayriye Hanımdır. Bunların İki çocukları olmuştur. Nevber Hanım ile Mehmed Nail Bey (1877-1944). Mehmed Nail Bey de Osmanlı Donanmasına girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde Deniz Güverte Binbaşılığından emekli olmuştur.
Mehmed Nail Beyin ilk eşi 1903 yılında Yüzbaşı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım (1884-1930)dır. Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı (Bahriye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfîka Hanımın kızıdır. Osman Fevzi Bey, Trabzonlu olup ailesi Kadıoğulları olarak tanınmaktadırlar.
Mehmed Nail Beyin ilk eşinden üç çocuğu olmuştur. 12 Ocak 1905te Hüseyin Nihâl (Atsız), 1 Mayıs 1910da Ahmet Necdet (Sançar) (ölümü 22 Şubat 1975) ve Aralık 1912de Fatma Nezihe (Çiftçioğlu).
Hüseyin Nihâl Atsız, ilk ve orta öğrenimini Kadıköydeki Fransız ve Alman okullarında (1911), babası Mehmed Nail Beyin Kızıldenizdeki görevinden ötürü Süveyşte bir Fransız İlkokulunda bir kaç ay. (1911), Kasımpaşadaki Cezayirli Gazi Hasan Paşa İlk Mektebi, Haydarpaşadaki Hususi Osmanlı İttihâd ilk Mektebi, Kadıköy Lisesi ve İstanbul Lisesinde yapmıştır.
İlkokula altı yaşında, Kadıköy'deki Fransız okulunda, Latin harfli öğretim ile, başlayan Atsıza göre bu okulda dersten çok oyun ve şarkı vardı. Buna rağmen, dil bilmeyip derdini anlatamaması yüzünden bu okulda çok sıkılmakta idi. Bir gün, teneffüs sırasında, kendisinden üç-dört yaş büyük bir Rum çocuğu, Atsızın kafasını duvara vurmuş ve Atsızın yarılan kafasından kanlar akması üzerine de, bağıra çağıra suçunu İstavri adlı bir başka Rum çocuğunun üzerine atmış, bunun üzerine İstavri, derste iki dizi üzerine çöktürülüp, dizlerinin altına da, daha çok acı çeksin diye, bir cetvel konarak, ders sonuna kadar cezalandırılmıştır. Bu haksızlık küçük Atsızın çocuk ruhunda fırtınalar yaratmış ve Atsız şu okul yansa da kurtulsam diye içinden bedduada bulunmuştur. Bir müddet sonra bir gece, tesadüfen çıkan bir yangında Fransız Mektebi yanınca küçük Atsız istemediği bu okuldan kurtulmuş, fakat bu sefer de yabancı bir dille öğretim yapan başka bir okul olan Alman Mektebine verilmiştir. Bir müddet sonra, Kızıldenizde bulunan Malatya gambotunun süvarisi olan babası Mehmed Nail Beyin yanına giden Atsız, Türk-İtalyan savaşının çıkması üzerine Mehmed Nail Beyin Osmanlı Bahriye Nezaretinden Süveyşe sığınması emrini alması ile, Süveyşte bir Fransız İlkokuluna devam etmiştir. Burada yani çocukluğunda Süveyş sokaklarında İtalyan çocukları ile dövüşmesi, Atsızın milliyetçi mücadelesinin ilk örneklerindendir.
Babasının İstanbula dönme emrini alması ile İstanbula gelen Atsız, Kasımpaşadaki Cezayirli Gâzî Hasan Paşa mektebine kaydolmuştur.Ailesinin Kasımpaşadan Kadıköye taşınması ile hususi Osmanlı İttihâd Mektebinde öğrenimine devam eden Atsız, babasının Onyüz-başı olarak Birinci Dünya Savaşına gitmesi yüzünden Hususi Osmanlı İttihâd Mektebinden ,Kadıköy Sultanîsinin ortaokul kısmında öğrenimine devam etmiştir. Buradan da İstanbul Lisesune geçen Atsız, 1922 tarihinde Lise öğrenimini tamamlamıştır.
1922 yılında imtihanla Askerî Tıbbiyeye girmiştir. O yıllarda tıbbiyede Bolşeviklik,siyonistlik ve birtakım azınlık milliyetçiliği güden öğrenciler vardı. Bu öğrenciler ile Türk öğrenciler arasında sık sık tartışmalar olur, bu tartışmalar arasıra da yumruk kavgasına dönerdi. Bu kavgalara Atsız da katılırdı. Bu yüzden bir çok defa disiplin ve hapis cezası almıştır. Ziya Gökalpin cenaze töreninin yapıldığı günün akşamı, Türk öğrenciler ile diğer öğrenciler arasında çıkan bir kavga sonucunda, Atsıza gayet ağır bir ceza verilmiştir. Bu ceza, öğrenciliği sırasında işleyeceği herhangi bir suç neticesinde Atsızin Askerî Tıbbiyeden çıkarılacağıdır.
Atsız ,Askerî Tıbbiyenin 3. sınıfında iken, aralarında birtakım meseleler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesud Süreyya Efendi adlı bir Teğmenin kasdi bir şekilde ve lüzumsuz bir yerde istediği selâmı vermediği suçlaması ile, 4 Mart 1925 tarihinde Askeri Tıbbiyeden çıkarılmıştır.
Bu Olaydan sonra üç ay kadar Kabataş Lisesinde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yollarının Mahmut Şevket Paşa adlı vapurunda kâtip muavini olarak vazife görmüş ve bu vapurla İstanbul-Mersin arasında bir kaç sefer yapmıştır.
1926 yılında İstanbul Darülfünûnun Edebiyat Fakültesinin Edebiyat Bölümüne ve İstanbul Dârülfünûnunun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebine kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, tecil isteği kabul edilmeyen Atsız askerliğini 9 ay olarak (28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927) İstanbul da Taşkışlada 5. piyade alayında er olarak yapmıştır.
Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı Anadoluda Türklere ait yer isimleri adlı makalenin Türkiyat Mecmuasının ikinci cildinde yayınlanması ile hocası olan M. Fuad Köprülünün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmînin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmış (Divan-ı Türki-i Basit, gramer ve lügati, 1930, 111 s. Türkiyat Enstitüsü Mezuniyet Tezi, no 82) ve aynı yıl Edebiyat Fakültesinden mezun olmuştur. Atsızın sınıf arkadaşları arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şâik Gökyay, Pertev Nailî Boratav, Nihad Sami Banarlı gibi isimleri sayabiliriz.
Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, Maarif Vekâleti nezdinde Atsız için bir istekte bulunarak, Yüksek Öğretmen Okulunu öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve Atsızı kendisine asistan olarak almıştır (25 Ocak 1931).
Atsız, 15 Mayıs 1931den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua (17 sayı)yı çıkarmaya başladı. M. Fuad Köprülü, Zeki V. Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de dahil bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu Türkçü ve Köy reformu yanlısı dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, adetâ Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur. Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını (H. Nihâl) imzası ile, hikâyelerini de (Y.D.) imzası ile, bu dergide yayınlamaya başlamıştır.
1931 yılında Darülfünunun felsefe bölümünden mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlenmiş, 1935 ise geçimsizlik nedeniyle yılında ayrılmıştır. 1932 Temmuzunda Ankarada toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Prof. Dr. Zeki Velidi Togana Dr. Reşid Galibin yaptığı haksız hücum üzerine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye (Atsız) ile Pertev Nailî Boratavın da bulunduğu 8 arkadaşı ile, Dr. Reşid Galibe Zeki Velîdînin talebesi olmakla iftihar ederiz diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de ülkede oldukça dikkati çekerek mimlenmiştir.
19 Eylül 1932de Dr. Reşid Galib, Maarif Vekili olmuş ve kısa bir müddet sonra da Prof. M. Fuad Köprülünün dekanlıktan ayrılması üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanlığına vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asaleten tâyin edilmiştir. Atsızı üniversiteden uzaklaştırmak için fırsat arayan Reşid Galib, Atsızın, Atsız Mecmuanın 17. sayısındaki Darülfünunun kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi adlı makalesi ile bu fırsatı yakalamış ve bu yazıyı kendi çıkarına kullanan Edebiyat Fakültesi Dekanı, Atsızın üniversitedeki asistanlığına son vermiştir (13 Mart 1933). Üniversiteden çıkarılmasından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakültesinin Dekanını Tokatlıyandaki bir çayda yakalayıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Atsıza bu hadise için hiç bir şekilde tepki gösterilmemiştir.
Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız (Mart 1933), Malatya Ortaokuluna Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir. Malatyada kısa bir müddet (8 Nisan 1933 - 31 Temmuz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir. Atsızın Edirnedeki edebiyat öğretmenliği de 3-4 ay kadar kısa bir müddet devam etmiştir. (11 Eylül 1933-28 Aralık 1933). Edirnede iken Atsız Mecmuanın devamı mahiyetindeki Aylık Türkçü dergi olan Orhun (5 Kasım 1933 - 16 Temmuz 1934, sayı l-9)u yayınlayan Atsız, Orhun da Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarının yanlışlarını ağır bir şekilde eleştirdiği için vekâlet emrine alınmış, (28 Aralık 1933), 9. sayısında da Orhun Dergisi Bakanlar Kurulu kararı ile, kapatılmıştır.
9 ay vekâlet emrinde kalan Atsız, Kasımpaşadaki Deniz Gedikli Hazırlama Okuluna Türkçe öğretmeni olarak tayin olunmuştur (9 Eylül 1934. 27 Şubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan Bedriye Hanım (Atsız) ile evlenen Atsızın bu evlilikten 4 Kasım 1939 tarihinde Yağmur ve 14 Temmuz 1946 tarihinde de Buğra adlı iki oğlu olmuştur.
Atsız Bey ikinci eşi Bedriye Atsızdan da Mart 1975 tarihinde ayrılmıştır. Atsız Bey, Kasımpaşadaki Deniz Gedikli Hazırlama Okulunda Türkçe öğretmeni olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1 Temmuz 1938 tarihinde bu görevinden de çeşitli bahanelerle ihraç edilmiştir. Bunun üzerine, Özel Yüce-Ülkü Lisesine geçen ve burada 1937 yılından 1939 yılının Haziranının sonuna kadar edebiyat öğretmenliği yapan Atsız, 19 Mayıs 1939 - 7 Nisan 1944 tarihleri arasında yine özel bir lise olan Boğaziçi Lisesinde edebiyat öğretmenliğinde bulunmuştur.
Atsız, Boğaziçi Lisesinin Türkçe öğretmeni iken Orhun (1 Ekim 1943 - 1 Nisan 1944, sayı 10-16, 7 sayı)u yeniden yayınlanmaya başlamıştır.II. Dünya Savaşı sıralarında Stalinin Sosyal-Faşist tavırlarından güç alan yerli komünistler faaliyetlerini ve saldırganlıklarını oldukça artırdıkları hâlde, resmî makamlar bu aşırı hareketlere karşı tedbir almak yerine, Sovyetleri kızdırmamak uğruna zavallı bir durumda seyirci kalmaktaydılar.
Bu duruma içerleyen Atsız, ilgilileri uyarmak için Orhunun Mart 1944te yayımlanan 15. sayısında, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğluna hitaben bir açık mektup yayınlamıştır. Bu açık mektupta, Marksist-Stalinistlerin artan faaliyetleri belirtilmekte idi. Orhun kapatılmadığı takdirde bir sonraki sayısında bu aşırı faaliyetlerin belgeleri ile birlikte örneklerini vereceğini bildiren Atsız, Orhun un kapatılmaması üzerine Nisan 1944 te yayımlanan 16. sayıda, Giritli Ahmed Cevad Emre, Pertev Nailî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antelin Marksist-Stalinist faaliyetlerini açıklayarak devrin Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yüceli istifaya çağırmıştır. Bu ikinci açık mektup, yurt içinde büyük bir millî heyecana sebep olmuş, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir çok şehirde, komünizm-Stalinizm aleyhinde gösteriler yapılmaya başlanmıştır. Bu arada Atsıza yurdun her köşesinden mektupların, telgrafların gelmesi ,Ankaradaki yetkilileri tedirgin etmekte idi. Millî Eğitim camiasındaki Stalin hayranları sebebi ile kendi partisinin mensupları tarafından dahi sorguya çekilmeye başlanan Hasan Ali Yücel, ilk iş olarak Atsızin Boğaziçi Lisesi ndeki edebiyat öğretmenliğine son vermiştir (7 Nisan 1944). Orhun dergisi ise Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatılmış, Sabahattin Ali de kışkırtılarak Atsız aleyhine hakaret davası açmaya zorlanmıştır.
Atsız, aleyhine dava açılınca ,kendisi de trenle Ankaraya gitmiş ve Türkçü gençler tarafından Garda karşılanarak, bir otelde misafir edilmiştir.
Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumuoldukça olaylı ve renkli geçmiştir. Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencisi alınmamış, bu yüzden de devrin halk partisi iktidarını şaşırtan büyük öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır.Sabahattin Ali - Nihâl Atsız davası olmaktan ziyade Komünistliğe-Stalinizme karşı Türkçülük davası halini alan bu davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Aliye vatan haini dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsızın cezası hâkim tarafından millî tahrik gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve bu 4 aylık ceza da hemen tecil edilmiştir.
Atsız, cezasının tecil edilmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken nedensiz ve haksız yere tutuklanmıştır. 19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde suçlayan söylemde bulunmuş,ve bunun üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 numaralı sıkıyönetim mahkemesinde dayanaksız olarak yargılanmaya başlamıştır. Atsız la birlikte,üniversite profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üniversite öğrencileri bulunan sanıklar, sorguya çekme adı ile ilk önce çeşitli işkencelere maruz kaldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlanmıştır. Irkçılık-Turancılık davası adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum olarak devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız 6,5 seneye mahkûm olmuştur.
Atsız bu kararı temyiz etmiş ve Askerî Yargıtay ise 1. numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinin kararını esasından bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir.
5 Ağustos 1946 tarihinde 2 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde tutuksuz olarak başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası (Bu dava Prof. Kenan Öner - Hasan Ali Yücel davası adı ile tanınmıştır), 31 Mart 1947 tarihinde sonuçlanmış ve 29 oturum devam eden mahkeme bütün sanıkların beraatine karar vermiştir.
Görüldüğü gibi Atsız Ataya tüm saldırılar Türkçülükten rahatsızlık duyan tüm zamanın kripto dönmeleri tarafından yapılmıştır.Nisan 1947den Temmuz 1949a kadar kendisine iş verilmeyen Atsız, Ekim 1.945 - Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından bazılarını satmak zorunda kalmıştır. Bir müddet Türkiye Yayınevinde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşlarının özeti olan Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir adlı kitabını da Sururi Ermete adlı bir kişinin adı ile yayınlamak zorunda kalmıştır.
Atsızın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, Millî Eğitim Bakanı olunca Atsızı 25 Temmuz 1949da Süleymaniye Kütüphanesine uzman olarak tayin etmiştir. Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, 21 Eylül 1950 de ise Haydarpaşa Lisesi Edebiyat Öğretmenliğine tayin olmuştur.
4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lisesinde vermiş olduğu Türkiyenin Kurtuluşu konulu bir konferans üzerine, Kripto Dönmelerin elindeki Cumhuriyet Gazetesi hemen Atsızın aleyhine yalan yayın yapmış, hakkında Bakanlık tarafından tahkikat açılan Atsızın konuşmasının bilimsel olduğu kanaatine varılmış, fakat Atsız Haydarpaşa Lisesindeki edebiyat öğretmenliği görevinden muvakkat kaydı ile alınarak (13 Mayıs 1952) yine Süleymaniye Kütüphanesindeki görevine tayin edilmiştir.
31 Mayıs 1952 tarihinden emekliliğini istediği 1 Nisan 1969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüphanesinde çalışan Atsızın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphanedeki memuriyet olmuştur.
1965 yılından başlayarak Doğu ve Güney-Doğu bölgelerinde baş gösteren yıkıcılık ve bölücülük hareketleri hakkında, Atsız, (Devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunayın Gaziantepe giderken bir işçinin idareciler Araplara toprak veriyorlar, biz Türklere vermiyorlar sözlerine karşılık Cumhurbaşkanı Sunayın Türk topraklarında yaşayan herkes Türktür demesi üzerine) Ötükenin Nisan 1967de yayınlanan 40. sayısından itibaren Konuşmalar, I (Sayı 40), Konuşmalar II (Sayı 41) ve Konuşmalar, III (Sayı 43), Bağımsız Kürt Devleti Propagandası (Sayı 43), Doğu mitinglerinde perde arkası (Sayı 47), Satılmışlar - Moskof uşakları (Sayı 48) adlı seri makalelerinde bölücü Marksistlerin, Doğu bölgelerimizde yaptıkları gizli çalışmaları açıklamış ve bu makaleler hakkında savcılıkça tahkikat açılmıştır. Savcılığın yaptığı ilk tahkikatta Atsıza hiç bir suç kondurulamamıştır. Ancak bu yazılar üzerine, Ankaradaki kripto Dönmeler ve bölücü kuruluşlar tarafından Atsız aleyhine hazırlanmış ayrılıkçılığı ilan eden bildiriler sokaklarda dağıtılmış ve aynı günlerde Adalet Partisinin bir Diyarbakır Senatörü, Senato kürsüsünden Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır. Bu sistemli girişimler sonucunda, Hasan Dinçerin Adalet Bakanı olduğu sıralarda, Bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın devam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart muhtırası verilmiş ve arkasından sıkıyönetim ilân edilmiştir. Sıkıyönetim mahkemelerinde Türk milletinin ve vatanının birliğine ve bölünmezliğine karşı çıkan yıkıcılar, bölücüler, komünistler ve anarşistler muhakeme edilirken, sivil mahkemelerde ise aynı hususlara daha 4-5 yıl önce dikkati çeken Atsız muhakeme edilmiştir. Uzun duruşmalardan sonra mahkeme Ötükenin sahibi Atsızı ve sorumlusu Mustafa Kayabeki 15er ay hapse mahkûm etmiştir. Mahkeme başkanının karara katılmadığı ve 2-1lik ekseriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuş, fakat aynı mahkeme 2-1lik kararda ısrar edince Yargıtay hükmü tasdik etmiştir. Atsız ve Mustafa Kayabek kararın düzeltilmesi isteğinde bulunmuşlar fakat bu istekleri mahkemece kabul edilmemiş ve böylece mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir.
Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır romatizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Nümûne Hastahânesı ne yatan Atsıza, Haydarpaşa Nümûne Hastahânesi tarafından Cezaevine konulamayacağı kaydı bulunan rapor verilmiş, fakat 4 aylık bir rapor Adlî Tıp tarafından kabul edilmemiş ve reviri olan cezaevinde kalabilir şeklinde değiştirilmiştir. Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsızı evinden aldırarak Toptaşı Cezaevine sevketmiştir. 40 kişilik adi suçlular kovuşuna konulan Atsız, bir müddet sonra ise reviri olan Sağmalcılar Cezaevine nakledilmiştir. Atsız, kesinleşen 1,5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, Atsızın yazılarından, fikirlerinden ve eserlerinden ilham alan milliyetçi bilim adamları, üniversite mensupları, gençlik kuruluşları, kültür dernekleri vasıtası ile Türk milleti, Cumhurbaşkanına başvurup Atsızı affetmesini istemiştir. Atsız Hoca, suç işlemediğini belirterek bizzat af talep etmediği halde, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk yetkisini kullanarak Atsızın cezasını affetmiştir. 22 Ocak 1974te Bayrampaşa Cezaevinden tahliye edilen Atsız, 1,5 yıllık cezasının 2,5 ay kadar mı cezaevinde geçirmiştir.
Atsız Ata Düşünceleri ile yaşayışını birleştiren bir karaktere ve kişiliğe sahipti. Mahmut Kemal İnalın tarifi ile Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan Atsız, ateşli ve keskin bir retoriğe sahip olması yanında, özel hayatında; sakin, kibar, mülayim, ve şakacı idi. Kendisinden kaç yaş küçük olursa olsun herkese Bey diye hitap ederdi. Vakur davranışı ve alçak gönüllülük içindeki yaşayışı ile, dimdik başı ve sağlam karakteri ile Atsız Bey, Türk tarihinin derinliklerinden kopup gelen bir Türk Beyi idi.Büyük bir Türk Ata idi.
Dikkat edilirse yaşamı boyunca Atsız ile uğraşılmıştır. Onunla ve onun Türkçü düşünceleriyle uğraşılmıştır. Uğraşanlar bugünki gibi yine aynı güruh olan Kripto Dönmelerdir.İçlerinde bür tek Türk dahi yoktur.Her seferinde de uğraşanlar yenilmiştir. Mağlup olanların yerine yenileri gelmiş, fakat ne Atsızı yıldırabilmişler ne de Türk ülküsü Düşüncesini yenebilmişlerdir.
Atsız, hayatında bir defa, o da ölüme karşı, mağlup olmuştur.
Türkçü düşüncenin ve Türk milliyetçiliğinin öncüsü olan Atsız, kuvvetli bir Türkologdur. Türk dilini, tarihini ve edebiyatını oldukça iyi bilen Atsız, özellikle Türk tarihinin Göktürk devrini âdeta yaşamışçasına bilir ve severdi. Çok sevdiği bu devreyi Bozkurtlar (Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor) adı ile romanlaştırmış ve Göktürkleri Türk milletine tanıtarak sevdirmiştir.
Deli Kurt adlı romanı, Osmanlı tarihinin ilk devrelerinin romanlaştırılmışıdır.
Ruh Adamdaki Selim Pusatın şahsiyetinde Atsızı görürüz.
Ruh Adamın devamı olarak Yalnız Adamı yazacağını söylüyordu. Yine yazacağını bildirdiği bir eseri de Bozkurtlarin 3. cildi idi.
Yayınlanmamış eserlerinin içerisinde II. Mahmuttan Günümüze Kadarki Osmanlı Hanedanı Tarihini zikredebiliriz.
Yayınlanan eserlerinin yanında değişik yerlerdeki makalelerinin toplanarak yayınlanması Atsızın fikirlerini toplu olarak görmemizi ve düşünce silsilesini takip etmemizi sağlayacaktır.
Son yıllarda Türk Tarihi adlı eseri üzerinde çalışıyordu. Küçük kardeşi Necdet Sançarın ani ölümü Atsız için çok acı bir darbe olmuş ve Atsız, Sançarın ölümünden sonra ancak 10 ay kadar yaşayabilmiş, bu yüzden de üzerinde çalıştığı eserlerini bitirememiştir.
1975in kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenmiş, yapılan muayene ve testler sonucunda bir hastalık bulunamamıştır.
10 Aralık 1975 Çarşamba gününün akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen doktor malesef bunu iyi anlayamamıştır. Ertesi akşam 11 aralık 1975 perşembe günü, Atsızı tekrar yoklayan ikinci bir krizi ise Atsız Atayı aramızdan alıp götürmüştür.
Türklerin önder Atalarından,
Gökbörü Atsız Atamız,
Kutlu tinin şad, mekânın Türk uçmağı olsun!
KÖKTÜRKLER