NAYLON KELDANİ SORUNU DOSYASI

NAYLON BİR KELDANİ SOYKIRIMI!

Ermeniler’den sonra Fransa’da yaşayan Keldaniler de Paris’te ‘soykırım anıtı’ açtı. 1915’te Osmanlı İmparatorluğu tarafından soykırıma uğratıldıkları iddiasıyla Paris’in Sarcelles banliyösünde açılan anıt üzerinde ‘250 bin Keldani’nin anısına’ yazısı yer aldı

FRANSA’DA yaşayan Ermeniler’den sonra şimdi de Keldaniler, 1915’te Osmanlı İmparatorluğu tarafından soykırıma uğradıkları iddiasıyla, Paris’in banliyösü Sarcelles’de sözde soykırım anıtı açtı. Fransa’da yaşayan yaklaşık 10 bin Asuri-Keldani, 1915’te Ermeniler gibi kendilerinin de Osmanlı İmparatorluğu tarafından soykırıma uğratıldıkları iddiasıyla, Paris’in banliyösü Sarcelles’de bir sözde soykırım anıtı açtı. Sarcelles Belediyesi tarafından finanse edilen 2 metrelik sözde soykırım anıtının üzerinde ‘1915’te soykırımına uğramış 250 bin Asuri-Keldani’nin anısına’ ibarelerine yer veriliyor.

Iraklı milletvekili açılışa katıldı

Sözde ‘Keldani soykırım anıtı’, daha evvel dikilen sözde 1915 Ermeni soykırım anıtıyla aynı meydanda bulunuyor. ‘Keldani soykırımı’ anıtının açılışına katılan Sarcelles Belediye Başkanı François Pupponi, 300’e yakın kişinin iştirak ettiği açılış konuşmasında, ‘Ermeniler ile birlikte 1915’te soykırıma uğrayan, 250 Asuri-Keldani’nin acısını paylaşmak’ amacıyla bu anıtın dikildiğini belirtti ve Türkiye’nin 1915 Ermeni ve Asuri-Keldani soykırımını kabul etmediği sürece, AB’ye üye olmasının asla mümkün olmadığını söyledi.

Anıtın açılışı için özel olarak Irak’tan geldiğini belirten Keldani asıllı Milletvekili Yonadam Kanna konuşmasında, ‘burada dikilene benzer anıtların, Türkiye’de Hakkari’ye, Botan’a dikildiği zaman Asuri-Keldanilerin acısının belki biraz hafifleyeceğini’ söyledi.

Paris’teki Asuri-Keldani Derneği Başkanı Naman Adlun da konuşmasında, ‘Bu anıt, Türkiye’ye düşmanlık beslediğimizin bir göstergesi değildir. Geçmişte yaşanan bir soykırımın bilinmesinde fayda olacağı için bu anıtın dikilmesini istedik’ dedi.

Paris’teki Keldani-Süryani soykırım anıtı “zorla” dikilmiş...

Paris’in banliyölerinden Sarcelle bölgesindeki Ermeni Anıtının hemen yanına, 1915 yılında Türkiye’de soykırıma uğradıkları iddia edilen Keldani ve Süryani’lerin anısına yapılan sözde soykırım anıtının “zorla” dikildiği ortaya çıktı.

 

Fransa Büyükelçisi Uluç Özülker tarafından her yıl olduğu gibi bu yıl da Cumhuriyet Bayramı Balosuna davet edilen Keldani Cemaati Papazı Michael Dumond ve yanındaki keldani ve süryaniler, Sarcelle bölgesine dikilen Keldani Soykırım Anıtı’nın, Ermeni sempatizanı Belediye Başkanı François Pupponi tarafından zorla dikildiğini iddia ettiler.

Türk Pasaportu taşıyan ve Türkiye’nin Güneydoğusunda arazileri bulunan Keldaniler, gece gündüz Türk TV’lerini seyrettiklerini anlatarak, bu anıtın dikilmesinden dolayı duydukları üzüntüyü anlattılar. Sarcelle Belediye Başkanı Pupponi’nin baskısı ve Keldani Federasyonu Başkanı Numan Adler’in itiraz etmemesi üzerine dikilen anıttan Türkiye’nin hiçbir şekilde alınmamasını belirterek “ biz yıllarca birlikte yaşadığımız Türk Hükümetine bağlıyız. Ülkemize gidip gelmeye devam ediyoruz. Bu taş bizim ilişkilerimizi ve vatan sevgimizi etkilemez” diye konuştular. Papaz Dumond, açılış törenine katılmadığını da bildirdi.

Ermeni sempatizanı Sarcelle Belediye Başkanı Pupponi, birkaç hafta evvel Ermeni anıtının hemen yanına 1915 yılında soykırıma uğradıklarını iddia eden Keldani-Süryanı anıtını açmış ve “Türkiye bu soykırımları tanımadıkça AB’ye giremez” şeklinde konuşmuştu.

KENDİ ANLATIMLARI İLE KELDANİLERİN TARİHİ

 

Yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda , Hakkârinin tarihi toprakları içerisinde bulunan ***Geverok***, ***Tirişin*** ve ***Warê Meri*** vadi ve platolarındaki bulunan çok sayıdaki kaya resmi Neolitik ve prehistorik dönemin en önemli izlerini taşıyamaktadır.

Hakkâri topraklarının dağ yamaçlarında hayatın ilk ayak izlerini bulmak mümkündür. Hakkârinin buluntularının çözümlenmesi Mezopotamyanın büyük uygarlıklarının tarihinin de birer süreci gibidir.Asurluların Ninovası, Urartuların Tuşbası, Babilin Asma Bahçeleri ile Dicle kenarındaki geniş düzlükleri mesken tutup insanlığa önemli bir kültür mirası bırakıp, halklarıyla beraber, ya tarihin sayfalarında yitip gitmişler ya da araştırmamıza konu olan Ninovalı Asurîler gibi, yüksek dağların doruklarına sığınmışlardır. Ama zaten gözlerini ulaşılmaz doruklarda açan, o doruğun bir taşı gibi toprağa çakılı Hakkârili dağlılar, büyük imparatorluk seviyesine hiç ulaşamamışlarsa da özgünlükleriyle varlıklarını hep sürdürebilmişlerdir.Bazen özgür boy ve oymaklar konfederasyonları, bazen aşiretler, bazen küçük krallıklar ve bazen de dini topluluklar olarak; ama hep Cilonun, Berçelanın, Bazın ve Geverin ulaşılmaz dağ yamaçlarında bulunmuşlardır.

2500 yıllık bir geçmiş Hakkârili olmak için yeterli bir kanıt mıdır? Bence evet. İşte bu yüzden yaklaşık 100 yıl önce arkalarında büyük acılar ve mütevazı eserler bırakarak Hakkâri topraklarındaki 3500 yıllık varlıklarına son verilen dağlı Asurîleri ya da Nasturileri Hakkârinin yitik halkı olarak adlandırılabilmektedirler. Hakkari Nasturilerinin

Mar ŞimunBünyaminin yitik Hakkârililerin Anadolu topraklarındaki son patriğidir.

Tarihsel sürece bakıldığında,Nasturilerin Asur kökenli olup İ.Ö. 612 yılında 1600 yıllık Asur Krallıkları Medler tarafından yıkıldıktan sonra, Asurluların başkentleri Ninovanın (Musul) kuzeyinde bulunan Hakkâri dağlık bölgesine sığındıkları görülmektedir. Hakkârili Asurluların son patriği Patrik Mar Şimun Bünyaminin kız kardeşi Surma Xanım(Surma d Bayt Mar Samcun) ise Ninovanın Yakarışı adlı kitabında, bu konuda şunları yazmaktadır: ***Bizler eski Ninovalı Asurîlerin soyundan geldiğimize inanıyoruz. Bu, dağlarımızda yaşayan insanların, özelikle Tiyyari boyu halkının yüz hatlarıyla, İngiliz müzesi British Museumda yer alan figürlerdeki krallar ve diğer Asurluların yüzleri arasında yapılacak bir karşılaştırma ile ispatlanabilir. Eski Asurlular çoğunlukla Ninovayı çevreleyen ovalarda yaşadılar. Ta ki İmparatorlukları İ.Ö. 600lerde yıkılana dek. Şüphe yok ki halkımız geçici olarak sığınacakları bir yer olarak düşündükleri bu ovaların kuzeyine çok yakın olan dağlarda uzunca bir süre olan 2500 yaşamışlardır***

Asurlu Nasturilerin Hakkâri dağlarına gelişleri ile ilgili iki kaynağın hemfikir olduğu bu tarihten sonra Nasturiler hep Ninovaya geri dönme özlemiyle yaşadılar. Ama geçici sığınmaları,yörenin otokton halkıyla karışılınca bir süre sonra kalıcı olmuş ve Ninovalılar, başta Tiyar, Baz, Cilo, Tuxup, Tal olmak üzere yeni köylerini ulaşılması güç, kartal yuvasını andıran yükseltilere yapmaya başlamışlardır.Bu arada bölgede yerleşik ve Anabasis de de yazdığı gibi M.Ö.5..yy da bile derin vadilerin yamaçlarında mağaralarda yaşayan ve uygarlıkta geri kalmış olan otoktonları yeni komşularının getirdiği uygarlığın üstünlüğü ile Nesturilerin dönemsel küçük çatışmaların dışında, bazen aynı köyde, bazen de komşu köylerde bu otoktonlarla birlikte ve kaynaşarak barış içinde yaşamayı başarmışlardır.

Birinci Dünya savaşının çalkantıları ve entrikaları içinde düşmanlığa dönüşen bu 2500 yıllık beraberlik, Nesturilerin savaş sonrasında bölgeden tamamen göçertilmesiyle sonuçlandı. Bu göçten yaklaşık 60-70 yıl önce de Nasturiler ile Botanlı Kürt beyi Bedirhan ve Hakkâri beyi Nurullah Bey arasında büyük çaplı çatışmalar yaşanmış, Nasturiler büyük acılar çekmişlerdir. Daha sonra ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz bu dönemden önce, Hakkârinin dağlarına göç eden Asurîlerin Hıristiyanlıkla nasıl tanıştıkları ve Nasturi inancı konusunda okuyucuyu bilgilendirmek istiyorum.

Asurîler imparatorlukları döneminde çok tanrılı din inancına sahiptiler. İsa ve havarilerinin yaydığı Hıristiyanlığın, Hakkâri dağlarındaki Asurîlere ulaşmasıyla ilgili olarak; erkek kardeşi Mar Givergis Kilisesinin topraklarını güç kullanarak ele geçirmiş olan, bir Kürt kızının Surma Xanıma anlattığı efsane ilgi çekicidir. Surma Hanım bir keresinde misafir edildiği bu Kürt kızının Xananisteki evindeyken Kürt kızı, onu üzerinde ölü bir ağacın bulunduğu bir tepeye çıkarır ve ona bu tepenin öyküsünü bilip bilmediğini sorar. Sonra da şu efsaneyi anlatır: Çok eskiden herkesin Sanam Faris(Putperest) olduğu bir dönemde, Xananis Mirinin köyüne gelene dek her tarafta vaazlar veren, İsanın bir havarisi çıka gelir. Köye vardığında, mirin evi dışında tüm evlerin kapılarının kilitli olduğunu görür ve mirin evindeki yaşlı bir kadına tüm kapıların neden kapalı olduğunu sorar.

Helil kilisesi

Yaşlı kadın, tüm köylülerin malik ile beraber, üzerinde ölü ağacın bulunduğu tepede tapınmakta olduklarını söyler. Havari, açık kapıdan evin içine baktığında bir köşede çırıl çıplak çömelmiş tatlı bir kız çocuğu görür ve bu kızın Malikin özürlü kızı olduğunu öğrenir. Bir şekilde kıza şifa vererek onu iyileştirir. Ardından kız çocuğu kalkar ve yabancıya yemek yapmak üzere ateş yakar. Uzaktan, evinin bacasının tüttüğünü gören malik çok kızar: ***Evimde ateş yakan kimdir?*** diye sorunca: ***Bu sizin kızınız, o artık iyileşti ve evdeki yabancı için yemek pişiriyor *** cevabını alır. Bu mucizevî olay üzerine de bütün halkı, İsanın dinine geçer.

Nesturilik üzerine ise, araştırmacı yazar İhsan Çölemerikli, Hakkâri Suretleri adlı kitabında, Hıristiyanlık inancının yoğun olarak tartışıldığı 4. yüzyılda, aslen Maraşın Pazarcık ilçesinden olan ve İstanbulda bir kilisenin başpiskoposluğuna yükselen Nastüriyüsün, İsanın Davutun neslinden olduğu için kutsal olduğunu ancak tanrının oğlu olmadığını söylediği için tutucu çevrelerin tepkisini aldığını ve bunun sonucunda İstanbuldan kovulup sürgüne gönderildiğini yazmaktadır. Bu sürgünden sonra Nastüriyüsün fikirleri de tüm kiliseler tarafından dışlanmış ve sapkın bir inanç olarak anılmaya başlanmıştır. Buna rağmen onun fikirlerinden etkilenen bazı rahipler, Hakkâri yöresinde yoğunlaşan Asurî halkı içinde, bu inancı yayıp Nasturilik olarak anılan mezhebin tohumlarını ekeceklerdir.

Ninovanın Yakarışı adlı kitabın önsüzünde ise ilahiyat doktoru W.A. Wigran, aynı konuda şunları yazmaktadır: ***Doğu Asur Kilisesi, (Yani o günkü Roma İmparatorluğunun doğusunda bulunan Hıristiyanların kilisesi ) İ.S. 325 tarihinde toplanan Nicea (İznik) Meclisinde, adı geçmemiş olmasından da anlaşılacağı gibi dışlanmış bir durumdaydı. Kilisenin tamamen ayrı durması kendini koruma amaçlıydı. Daha önce kendilerine hoşgörü ile bakan İran, Roma İmparatorluğu Hıristiyan olduktan sonra, onlara karşı bir takım katliamlara girişip zulüm politikası izlemeye başladı. Bu durumda ***Biz diğer Hıristiyanlar gibi değiliz ve İran şahının Roma İmparatorluğuyla girdiği her çatışmadan sonra zulme uğramamalıyız*** diyebilmek için, Romalı Hıristiyanlardan kendilerini farklı kılacak en küçük ayrıntının dahi üzerinde durmak onlar için en doğal olanıydı.

Gelezo kilisesi

Bu durumda da Nasturi (Nastür yanlısı )olmakla suçlanmaları söz konusu olmuştur. Bu sonuç onların kutsal bakireyi (Meryem Ana )İsanın annesi diye adlandırmaları ve Nastürun adını büyük şükranla anmalarından da çıkarılmıştır***

Bu sonuçlara göre, Hakkârili Nesturiler diğer Hıristiyanlarla olan bu farklılıklarını yüzyıllar boyu koruyarak hem kendilerini çevreleyen Müslümanların kendilerine karşı bir parçada olsa sempati duymalarını sağlamaya çalışmış hem de birliklerini koruyup inançlarını ve kültürlerini asimilasyona karşı korumuşlardır. Nasturilerin bazı tarihçilerine göre Müslüman yetkililer de bu mezhebin yaşamasına icazet vermişlerdir. Özellikle Arap Abbasi İslam İmparatorluğu ticaret, kültür ve sanatta ileri olan Asurîlerden her fırsatta yararlanıyordu. Bağdat saraylarında başta tıp, matematik olmak üzere birçok seçkin görev Asur kökenliler tarafından yürütülüyordu. Eski Yunan klasiklerini de Arap dünyasına ilk tanıtan Asurî çevirmenler olmuştur.

Gerçekten Hakkârili Nasturiler de bölgeyi ziyaret eden onlarca gezgin ve misyonerin anlatımlarından da anlaşılacağı gibi çalışkan ve sanatkâr bir halktı. Bu yüzyıllar boyu kartal yuvasını andıran Hakkâri dağlarına yaptıkları kilise ve manastırlardan da rahatlıkla anlaşılmaktadır. Ayrıca bölgede hüküm süren önemli Kürt, bey ve mirlerine ait günümüze ulaşan az sayıdaki eserde de Nesturi ustaların emeğinin olduğu bilinmektedir. Örneğin Nehrideki Kayme Sarayı ve tarihi Taş Köprü…

Başta belirttiğimiz gibi ilk çağlardan bu yana yerleşim yeri olan Hakkâri toprakları, onlarca farklı uygarlığı barındırmasına rağmen belki de yine tarih boyunca hep şahidi olduğu bölgesel savaşlar, çatışmalar, seferler nedeniyle ve vahşi doğanın da etkisiyle günümüze az sayıda kanıt bırakabilmiştir. Bu mirasın dökümü yapıldığında, Nesturilere ait kalıntıların çokluğu dikkat çekicidir. Hakkâri coğrafyasının en görkemli ve ulaşılması zor doruklarına yapılmış bu kilise ve manastırların günümüze ulaşanları arasında en önemlisi Nasturi patriklerin oturduğu ve 17. yüzyıldan bu yana bölgede yaşayan Nasturilerin merkezi kilisesi olan Koçanıs Kilisesi/Manastırıdır. Yine Hakkâri il merkezine bağlı Tal (oğul) Köyünde, vadi tabanından yaklaşık 1000 metre yükseklikte, dik kayalara oturtulmuş olan Mar Abdişo Dağ Kilisesi, Derz (Kırık Dağ) Vadisinin yamaçlarına kurulan Mar Şalita Kilisesi önemli dağ kiliseleridir. Tuhup Vadisinin kuzey yamaçlarındaki kayalıklara oturtulmuş olan Rabban Petiyum Kilisesi de hâlâ inatla ayakta durmaya çalışan bir başka kilisedir.

Dürî (Durak) Kilisesi

Hakkâri Suretleri adlı kitabında, yukarıda saydığım kiliselere yaptığı gezileri anlatan yazar İhsan Çölemerikli, kiliselerin uğradığı tahribattan dolayı derin bir üzüntü duyduğunu belirtip bu değerli kültür mirasına karşı olan ilgisizlikten yakınır. Aynı zamanda tarihe ışık tutmak acısından kiliselerin mevcut durumlarını da ayrıntılı olarak anlatmaktadır.

Ninovanın Yakarışı adlı kitabında şöyle yazıyor: ***Diğer çok zengin bir kilise de Cilodaki Mar Zayya (Dêra Mate olarak bilinir)Kilisesidir. Burada altın ya da gümüş haçlar, kâseler, tepsiler, antika buhurdanlıklar, devekuşu yumurtaları, çok büyük Çin vazoları, 1000 yıllık parşömen üzerine yazılmış kitaplar ve Hz. Muhammedin verdiği, üzerine bu kilisenin korunmasına dair bir fermanın yazıldığı ipek bir mendil bulunuyordu. Ne yazık ki bütün bu zenginliklerden geriye küllerden başka bir şey kalmadı. Vazolar paramparça olmuş tüm değerli eşyalar çalınmıştı bunu yapanlar büyük ihtimalle Oramarlı Kürtlerdi.*** Ve kiliselerin yok edilmesiyle ilgili olarak şu çarpıcı soruyu soruyor: ***Kiliselerimizi belki yeniden yapabiliriz ama sormak gerekir: Kürtler yok ettikleri değerleri, sebep oldukları harabelerin arasında yeniden nasıl canlandırabilecekler?

Bu merkezi kiliselerin dışında da Nesturilerin Hakkâri toprakları üzerinde yüzyıllar boyunca yaptıkları, yüzlerle ifade edilen kiliseler vardır. Surma Hanım, kitabında bazı kiliselerin yapım tarihleriyle ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: *** Tal Vadisindeki Mar dê Tlaye Kilisesi 5. yüzyılda, Mar Giwergis d Bayt Glala Kilisesi (Xananis, diye biliniyor ) ve Cilodaki Mar Zayya Kilisesi 6. yüzyılda yapılmışlardır. Verdiğim tarihler kiliselerin kendi kayıtlarından ve azizlerin tarih yazılarından alınmıştır. Ne yazık ki bu kiliselerin tamamını büyük savaş sırasında kaybettik***. Surma Hanım her ne kadar kiliselerin tamamını büyük savaşta kaybettik dese de, yukarıda adlarını saydıklarımız gibi birçok kilise hâlâ ayakta durmaya devam ediyor. Hatta hâlâ ayakta dur

Dêrareş (Bêtkarok - Yayla Mah.) Eski hali.

an kiliselerin arasında, patrikleri takdis etme ve aforoz yetkisine sahip olan, Metropolitin oturduğu, Şemdinlinin Betkarok Köyündeki Nesturi Temel Kilisesi Dêrareş de vardır. Dêrareş dışında da Şemdinlide hala ayakta olan Betkar Kilisesi ve birçok kilise kalıntısı mevcuttur. Fakat Dêrareş ve Şemdinli ile Yüksekovada (Mar zavya dışında) bulunan kiliseler hakkında Surma Hanımın kitabında neredeyse hiç söz edilmemektedir. Bunu kendimce Nastürilerin toplumsal yapılarına bağlıyorum. Zira Ninovanın Yakarışı ve diğer kaynaklardan öğrendiğimize göre Hakkâri Nesturileri otonom ve reaya olarak ikiye ayrılmaktadırlar. Bağımsız aşiretler olarak adlandırılan otonom Nesturiler, kendi hukukları çerçevesinde hareket ederken; reaya Nesturiler Türk hukuku ve Kürtlerin istekleri doğrultusunda hareket ettikleri için bir parça da olsa otonom Nesturiler tarafından dışlanmış durumda olabilirler. Şemdinli ve Gevardaki(Yüksekova )Nesturiler de reaya Nesturilerdi.

Surma Hanım ve İhsan Çölemerikli, kitaplarında otonom Nesturileri altı aşiret olarak vermektedirler: Tiyyari, Txuma, Jilu(Cilo), Istazın, Baz ve Dêz (Dız). Buna karşın Nikitin, sekiz aşiret olarak verir: Tiyar, Tuma, Tub, Jilu, Diz, Uri, Salabakan, Baz. Ama yöremizdeki anlatımlar ve bir gezgin olan Nikitinin yanılma payı göz önüne alındığında Surma Hanımın yazdıkları daha gerçekçi görünmektedir. Aşiret olan Nasturiler kendi aşiretlerinin adlarıyla anılan bölgelerde ve Şalda (Çel- Çukurça ) otonom biçimde, Gevar(Yüksekova )ve Şemdinanda (Şemdinli) ise müslüman çoğunluk içinde, dağınık olarak yaşarlardı.(ReayaÇiftçiRençper olarak)

Tarih öncesi kaya resimleri

Nasturilerin genel nüfuslarıyla ilgili olarak, Surma Hanım şöyle bir belirlemede bulunmaktadır: ***Asur ulusu, Timur (14 yy.) zamanından bu yana yüzyıllarca, yöneltilen baskı ve zulüm politikaları sonucunda milyonlardan binlere inmişlerdir. Birçoğu da çeşitli ülkelere dağılmıştır. Yalnızca Amerika ve Avrupada değil, Urmiye Gölünden, batıda Beyruta ve Van Gölünün kuzeyinden, Musulun güneyine kadar uzanan topraklarda yaşam mücadelesi vermişlerdir***.

Hakkârideki Nesturilerin nüfuslarına gelince, 1869 yılı ile ilgili olarak, Vitale göre Hakkâri sancağında 40,000 reaya, 52.000 otonom olmak üzere toplam 92.000 Nesturi ve 5.000 kadarda Keldani yaşamaktadır. Aynı yıl İngiliz konsolos Taylorun raporuna göre de Van Mutasarrıflığında 76.500 aşiret ve 34.510 da reaya olmak üzere 111.010 Nesturi yaşamaktadır.(Başkale ve Hoşap eklentisi ) Cuinet, 1890 yılında Şemdinlide yaşayan Nesturilerin 3.000 reaya olduklarını belirtir. Buna karşın 1869 yılında İngiliz konsolos Taylorun Erzurumdan gönderdiği raporda Şemdinlideki Nesturilerin 45 hane ve 370 kişi oldukları yazılmaktadır. 1864 Yılında Musuldaki Asur höyüklerinde kazılar yapmakta olan Arkeolog Austen Henry Layard, Hakkârideki Nasturilerin yaşadığı dağlara bir yolculuk yapar.

Nesturilerin yaşadığı trajedi ile beraber onların günlük yaşantıları ve nüfuslarıyla da ilgili önemli bilgiler aktarır. Layard, Hakkâri dağlarını ziyaret ettiğinde, yaklaşık iki yıl önce Bedirhan Beyin gerçekleştirdiği ve 10 Bin Nesturinin hayatına mal olan kanlı seferin izleri yeni-yeni silinmeye başlamıştır. Hatta tüm Nesturiler muhtemel yeni bir saldırının korkusu içindedirler. Layard, Berwari Vadisinden Hakkâri topraklarına geçiş yaparak Tiyar Dağlarına ulaşır ve ilk olarak Nesturilerin en kalabalık köyü olan Aşitaya konuk olur. Aşita, iki yıl önceki katliama rağmen iki yüz haneden oluşmaktadır. Aşitaya komşu olan Zavita Köyü şans eseri katliamdan kurtulmuş büyük bir köydür, ama her nedense Layard köyün hane sayısı hakkında bilgi vermemiştir. Bu iki köyün ardından Layard, sırasıyla şu köylerden geçer: Minyaniş Köyü katliamdan önce yetmiş hane iken şimdi sadece on iki hane kalmıştır.

Lizanda Zap üzerinde asma köprü

(Layard)

Mukri sadece sekiz hane kalmıştır. Bölgede en büyük katliamlardan birinin gerçekleştiği Lizanda hiçbir hane ayakta kalmamış, köye dönen birkaç Nasturi harabelerin içinde ya da Zapın kıyısında barınmaktadır.

Serespito Köyü tamamen insansızdır.

Şurt Köyünde sefil durumda birkaç aile yaşamaktadır. Layard, Şurt Köyünden sonra saldırı öncesindeki yaşam standartlarına neredeyse geri dönmüş durumda olan, kadınların Zap Suyunda ve evlerinin önünde özgürce yıkandıkları Roala Vadisine ya da Köyüne geçer. Tiyari Bölgesinin bu son köyünde de nüfus hakkında bilgi verilmemiş. Layard, Roalodan çıkmadan önce doruklara doğru yerleşmiş olan Kürt Apenşi (Pinyanişi) Aşiretinin bir iki köyünü uzaktan izleyerek Tuhuba Bölgesine geçer.

Layard, Bedirhan Beyin saldırısından kurtulmuş, hatta Bedirhan Beyle işbirliği yapmış olan bu bölgedeki ilk izlenimlerini şöyle aktarmaktadır: ***Bu vahşi doğadan çıktık. Bir anda kendimizi tamamen ekilmiş bir vadide bulduk. Koyun ve keçi sürüleri tepedeki otlaklarda otluyor, sığırlar aşağıdaki çayırda yayılıyordu. Bunlar Nasturi Ülkesinde gördüğüm ilk evcil hayvanlardı*** Layard, Tuhuba Vadisinin iki yanına karşılıklı kurulmuş olan Gise ve Birica köylerindeki halkı Bedirhan Beyin muhtemel bir saldırısı nedeniyle korku içinde bulur.

Tiyari bölgesinde bir Nasturi evi

Halk değerli eşyalarını; rahipler, belki bin yıllık kutsal kitaplarını saklamaya çalışmaktadırlar. Biricada 100, Gisede ise 40 hane bulunmaktadır. Layard, buradan Tuhubanav (Orta ya da Merkez Tuhuba) Köyüne doğru ilerlerken, küçük bir Kürt köyü olan Hêşetten geçer ve Tuhubanava ulaştığında tüm köy halkı kilisede muhtemel saldırıya karşı alınacak tedbirleri görüşmektedirler. Hatta bu toplantıya çevredeki birkaç Kürt köyünün yetkilileri de katılmıştır ve onlar da silahlarının Nesturi dostlarının yanında olacağını söylemektedir. Tuhubanav, yüz altmış hanedir. Layart, Tuhuba Bölgesinin, beşi Nesturi dördü Kürt köyü olmak üzere toplam dokuz köyden oluştuğunu da yazmaktadır.

Nesturi köyleri Gise, Birica, Govya, Mezri, Gunduka; Kürt Köyleri ise Apenşa (Pinyaniş), Heşet, Zavita ve Güzereş. Layard, Tuhabadan Baza gitmek üzere ayrılmadan önce Mezri ve Gunduka köylerine de uğrar ve yola çıkar.

Yolda Kendisinin bölgeye geldiğini öğrenen Nurullah Beyin gönderdiği, mütesellim ya da ikinci derecede önemli bir Kürt memurla karşılaşır. Layard, kendisine dostça yaklaşmayan, hatta tehdit eden bu memurun olumsuz tablosunu şu sözlerle çizer: ***Kuşağında olağanüstü büyük silahlar vardı. Gür, çalı gibi kaşlarının altındaki kara gözleri çakmak çakmaktı. Kartal burunlu, yanak çukurları belirgin, uzun yüzüne kapkara sakalları ayrı bir korkunçluk veriyordu. Dar geçitten yan yana dirsek dirseğe geçerken selam verdim ama beriki selamıma karşılık, belli belirsiz bir hırıldama ile çekip gitti***. Bu arada grup içinde Layardın dikkatinden kaçmayan ilginç bir kişiliğe de değinmek gerekir: ***Pürüzsüz parlak bir çene, rakı içmekten kızarmış yanaklar hiç kuşkusuz Hıristiyanlık işaretleriydi. Bir eşeğe binmiş, şişman, boynunda mürekkep boynuzu taşıyan kişi, dininden dönmüş Birçhamdı. Ya da daha bilinen adıyla ***gulam d mira***(mirin hizmetçisi). Dininden dönmüş bu Hıristiyan, Hakkâri Mirinin sekreteri, bankacısı, kâhyasıydı***.

Bu karşılama sırasında aldığı açık tehdide rağmen yoluna devam eden Layard, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra dokuz ayrı dağ silsilesinin süslediği Ergup Kilisesine yukarıdan bakan ve adını eski bir gelenekten alan ***Tereyağı Kayasında*** eşsiz manzarayı bir süre izledikten sonra Baz Bölgesine geçer.

Beş büyük Nesturi köyünden oluşan Baz Vadisinin ilk köyü olan Ergupta da halk, yine korku ve endişe içindedir. Gerçi Ergup Nasturilerinin Hakkâri Beyi Nurullah ile iyi ilişkileri vardır ve Nurullah Beyin kendilerini koruyacağını ummaktadırlar. Buna rağmen değerli eşyalarını saklamakta ve tedbirler almaya çalışmaktadırlar. Layard, bir gün kaldığı Ergup Köyünde aldığı tehdidi iyice değerlendirme fırsatı bulacak ve kendi yüzünden köylülerin de zor durumda kalacağını düşünerek geri dönme kararı alacaktır. Böylece Layard, hem Bazdaki diğer dört köye(Maktaya, Şata, Örvendêz, Besena) hem de ziyaret etmek istediği Dêz ve Cilo köylerine uğramadan geldiği yoldan geri dönecektir.

Layard, Baz Bölgesindeki köylerin nüfusları ile ilgili bilgi vermemektedir ama buna rağmen dönüş yolunda daha önce uğramadığı birkaç Nasturi köyü ile ilgili bilgiler vermektedir. Dönüş yolunda Gunduka Köyüne uğrayan Layard mütesellimin geceyi burada geçirdiğini ve kendisine dönük büyük tehditler savurduğunu öğrenir. Dahası Nurullah Beyin Birçhamı, ailesi ve arkadaşlarını çıkarmak için Tuhubaya gönderdiğini de öğrenir. Bundan da şu sonuç çıkmaktadır. Bedirhan bey bu kez ayırım yapmadan tüm Hıristiyanların işini bitirmek istemektedir. Layard Köylüleri büyük bir korku içinde bırakarak Birica Köyünün arkasından yükselen Kora Dağını aşarak, harabelerden oluşan, on ailenin yaşadığı Bi-Alata Köyüne ulaşır. Burada birçok köyde olduğu gibi bulabildiği tek yiyecek olan tereyağında kaynatılmış garıs yiyecek, ardından da ona eşlik eden yaşlı bir papazın rehberliğiyle, kaygan kayalardan ve dik yokuşlardan oluşmuş geçitlerden geçerek Mart d Kasra Köyüne ulaşır.

Önceleri büyük bir köy olan Mart d Kasra şimdi 40 haneye düşmüştü. Bu köyün hemen yukarısında yük hayvanlarının çıkamadığı, şimdi 10 haneye düşmüş olan Lacibe Köyü bulunmaktadır. Layard ve beraberindekiler Mart d Kasrada bir evde otururlarken dışarıda, açıkta banyo eden köy kadınlarına kızan Layardın yardımcılardan biri içeri girer şu ilginç sözleri sarf eder: ***Onlara daha uzak bir yere gitmelerini söyledim. Bana ne dediler biliyor musun? Eğer onları görmek istemiyorsam başımı başka tarafa çevirmeliymişim***. Bu olay üzerine Layard köyün papazına bu uygunsuz davranışın nedeni sorar.

Papaz bu soruya şaşırır ve bunun bütün bu dağlarda adet olduğunu söyler. Bu köyden sonra Layard tamamen insansız olan Conba Köyüne gelir. Burada halılarını gürül-gürül akan bir çeşmenin başına sererler ve oturdukları yerde Bedirhan Beyin Melik İsmaili nasıl öldürttüğünü bir papazın dilinden dinlerler. Kısa bir moladan sonra az ötelerinde kesilmiş, kocaman ceviz ağaçlarından oluşmuş bir kümeyi geçip, Yukarı Tiyariye doğru, Konazevi ve Bitti adlı iki Kürt köyünden geçip Serspito Köyüne ulaşırlar.

Daha önce 80 Haneden oluşan bu köy şimdi sadece 30 Hane kalmıştır.

Buradan sonra Lyardın yolu tekrar Aşita Vadisine düşer. Tiyari Dağlarını aşan Layard, adını vermediği bir köyde dinlenir ve buradan köylülerin bahsettiği bir bakır madenini görmek için uzun bir yol alır. Madenin ağzı ustaca gizlenmiş olmasına rağmen, madenin ağzından dışarı bol bakır filizleri dağılmıştır. Madende bir süre inceleme yapan Layard Daha önce vergilerini Musul paşasına ödeyen iki büyük Nesturi köyünü(Halamun ve Geramun ) sağına alarak derin bir vadiye dalar.

Yolu üzerinde birkaç küçük Kürt kampı gören ekip, Nesturilerle Kürtlerin beraber yaşadığı Çalek Köyünden önce de, kare taşlardan sağlam bir duvarcılık bilgisiyle yapılmış bir yapı görürler. Kesta adındaki bir Kürt köyü ile aynı adı taşıyan geçitte bulunan bu yapı, Layardın ilgisini çeker. Çalek Köyünde 15 Nasturi aile yaşamaktadır Bu köyden sonra Habur kıyısı boyunca yol alan ekip tekrar Bervari Vadisine ulaşır. S. 170 171.

Keldaniler, Papa'nın yetkilerini tanımakla beraber, kendilerine özgü ibadet biçimleri ve gelenekleri olan özerk bir Katolik kilisesine üyeler.

 

   

 

Üçüncü Emanuel Deli, Irak Keldanilerinin Babil'deki Patriği

Keldaniler, Irak'ta nüfusun yüzde 2,5'ini oluşturan ve sayıları tahminen 550 bin olan Hıristiyanlar arasında çoğunlukta yer alıyor.

Ruhani liderleri ise Bağdat'ta yerleşik Keldani Patriği Üçüncü Emmanuel Delly.

Üçüncü Emmanuel, 2007 yılında Papa 16. Benedict tarafından kardinalliğe yükseltilmişti.

Keldani kilisesi, esasen Nasturi kilisesini de kapsıyor ve şu anda Irak adıyla anılan topraklarda ikinci yüzyıldan bu yana varlığını sürdürüyor.

İsa Peygamber'in iki doğası bulunduğuna yönelik inanç Nasturiliğe atfediliyor.

Bu doğalardan biri İsa'nın ilahi bir varlık, Tanrı'nın oğlu olması; diğeri de ölümlü bir insanoğlu olması.

Keldani Kilisesinin doğu kolu geleneksel bir ayin dili de olan Süryaniceyi kullanıyor.

Bu dil, pek çok din bilimciye göre, İsa Peygamber ve havarilerince de konuşulan Aramice'nin dilbilimsel mirasçılarından biri.

Musul'daki Hıristiyanlar

Irak'ın üçüncü büyük kenti olan Musul'da tahminen 50 bin Hıristiyan yaşıyor.

Geleneksel olarak etnik ve dinsel çeşitliliği bulunan bu kent, ülkenin petrol endüstrisinin de merkezi konumunda.

2003'te ABD öncülüğünde başlayan işgal hareketi sonrasında artan dinsel şiddet nedeniyle pek çok Hıristiyan ülkeyi terk etti.

Çok sayıda Hıristiyan din adamı, radikal Kürt islamcı Sünni gruplar tarafından kaçııldı veya öldürüldü. Bazı dini yapılar da bombalamalara hedef oldu.

Tahminlere göre ülkeyi terk eden Hıristiyanların sayısı, 60 bini buldu.

Tarız Aziz de Keldani

Başpiskopos Paulos Faraj Rahho da Musul'da 29 Şubat Cuma günkü ayinin ardından kaçırılmıştı. Rahho'nun cesedi iki hafta sonra Musul'da bulundu.

Bundan altı ay kadar önce de bir Keldani papaz ve üç kıdemsiz papaz yardımcısı, Musul'daki aynı kilisenin dışında silahla vurulmuşlardı.

Ocak ayında da iki ayrı Keldani kilisesi ve bir Süryani kilisesi ile Musul'daki bir manastırın dışında bombalar patlamış, toplam dört kişi yaralanmıştı.

Saddam Hüseyin'in eski başbakan yardımcısı Tarık Aziz, Iraklı Keldanilerin belki de en tanınmış olanı.

 KÖKTÜRKLER AKADEMİSİ